Yeni Kalsın Yeniler Yeniler Yeniler...


Kaşla göz arasında bu blog da birinci yaşını doldurmak üzere...


Peki bende birşey değişti mi?


Yani gerçekten bu bir yıl içerisinde işe yarar birşeyler yaptım mı? 
Yaptığımı da geçtim, kendime birşeyler kattım mı?


--------------------------


2009 benim için hayatımda hiç yaşamadığım bir duyguyla başlamıştı, burada ilk yazdığım şey de o konuyla ilgiliydi.


Çok şükür daha fazla zarar vermeden oldu bitti.


Hayatta birine kardeş demek için, birine değer vermek için beraber geçen 3 yıl, yeterli falan değilmiş.


İnsan "insanım" diyorsa birşeyler yapmalıymış, evet.
Fakat insan "ben insanım, siz hayvansınız" diyorsa, daha da fazla birşey yapmalıymış!


O güne kadar hayatımda çok kişiye kırılmıştım, gücenmiştim, öldürme isteği bile duymuştum ama hepsi de geçiciydi.


Ama hayatımda ilk defa sildim birini,
Ve affetmeyeceğim de!


Benim yargıcım rolünü oynarken kendisi her an için tam idamlık birini hayatımdan çıkarttığı için Allah'a sonsuz şükürler olsun!

Affetmemeyi de öğrenmiş oldum böylece!


--------------------------

Ölümü tanıdım.


Doğal sebeplerden olmayanını... Dolayısıyla pek de hoş görünmeyenini!


Kardeş acısının ne olduğunu,
Öldükten sonra ne olacağını,
Son durağı...


--------------------------



Çok takip ettiğim, deli divane olduğum, "hadi artık okul şarkıları söyleyip söyleyip kaydedin, yeter ki yayınlayın şu şarkıları" dediğim tüm kahraman ve kahramaniçelerim incilerini döktüler bu sene.

  • Otep, yeni albümünü çıkardı. Evet, tam üstüme çıkardı, ekşi süt gibi kokuyordu :))
Tam istediğim gibiydi, "bu kadar mı isabetli isteklerim varmış benim yahu" deyip kendimi beğenmemi bile sağladı.

Ayrıca çıkış tarihi itibariyle biraz eskice olan "Abominations" adlı bir DVD'sini de edindim bu metalik sarışının. Sırlarını paylaştı benimle, idrar kullanarak nükleer reaktöre eş değer enerji sağlamanın püf noktalarını anlattı, dinledim...


  • Rammstein, o albümü biraz daha çıkartmasaydı oturup kendi grubumu kuracak, şurup olacaktım şurup; grup olacaktım grup. 
Onlar istediğimden çok çok daha iyiydi, harikaydı. Yerde yılan gibi kıvrandırmalarına değdi.
Heybet denilen o şey senden dolup taşıyor be Till. Senden aşağısı Kasımpaşa, Üsküdar, Eminönü, elinin körü...

  • Yasemin Mori, esasen 2008 mahsulü olsa da ben hasata bu sene başlayabildim. Keşke daha da önce keşfedebilseydim.
İhtiyacım varmış, birisinin bana burnumun dibinde duranı, göstermesi gerekiyormuş. Bazen o "kıytırık, aralarında anlam bütünlüğü olmayan, şiir görünümündeki bariz düz yazılı" sözlerde de iş olabiliyormuş.

Aslında maharet Yasemin hanım kızımızda, yani halen sevmiyorum o uyduruk msn iletilerinde kullanmaktan başka bir işe yaramayan sözleri, neyse...


  • Within Temptation neden şeytana uydu? Neden özünü yitirdi? Neden MTV'ye yaranmak uğruna "fiiiçürink" yapma derdine düştü?

Yine de Sharon den Adel, sırf çok sevdiğim bir insana bu kadar benzediğin için seni affettim, The Silent Force Tour ve Black Symphony ile tekrar gönlümü kazandın. Ne kadar mükemmel olduğunu, hatta mükemmelin ne kadar "sen" olduğunu bir kere daha anlamış oldum. Fakat sen gel bırak bu rakın rolu anacım; eski, daha az tanındığın zamanlara geri dön...


  • Benim sevgili, gizli saklı grubum. Sonunda senin o bulunması atomu ve önyargıları parçalamaktan daha zor olan DVD'ni buldum ya...
Artık gerçekten de aramaya inanıyorum, aşka inanıyorum, bu bağlamda benim varlığım hakkında hiçbir fikriniz olmadığı için platonik aşka da inanıyorum.
Siz de tanınmamaya özen gösterin, lastfm'de sizin "top listener"iniz olmak için gece gündüz kastım çünkü :)))

Keşke özel hayatınızda çok yakın arkadaşınız olsam, çıksak gezsek dolaşsak sizinle, birbirimize fıkralar anlatsak...

--------------------------


Eskiden izleyip de birşey anlamadığım, anlasam da bir daha bulup izleyemediğim yaklaşık 20 - 25 adet tane filmi temin edip çölde serap izler gibi oturup izledim, kendimi kutluyorum.


Benden esirgenen şeylerin intikamını aldım, ohhhh, çatla da patla!


--------------------------

  • Sims 2'nin dibine vurmak, her ne kadar Sims 3'ün çıkacağı haftaya kısmetmişse de, yine de vurdum o dibe, çıktım o tavana.
  • Company of Heroes ile tank sesini, kan kokusunu ve bir manga askerin 9 kişiden oluştuğunu öğrenmiş oldum. Bir de Normandiya Çıkartmasından gına geldi, artık olur da yolum Normandiya'ya düşerse hayatta kaybolmam, o kadar ezberlettiler yani!
--------------------------

Evet, bir halta yarama kaygısı taşımayan tüm bu eylemleri ben yaptım, kendimle kısmen gurur duyuyorum, kısmen kendime kızıyorum.


Daha işe yarar, gözle duyulur, kulakla görülür ve para getirir şeyler yapmak istiyorum. Ve bu sene:


  • Aşkın beni bulmasını istiyorum. Ben de aşkı bulabilirim, aramaktan gocunmam. Sadece ortada aranacak bir aşk olduğunu bileyim. Benim için bir aşk yok iken mecnun gibi dolaşıp durmayım etrafta, yoruldum artırırınk...
  • Çekmek istediğim şu filmi çektiğimde kendime güvenim fena halde geri gelecek, istersem bu işi de becerebileceğim inancıyla daha lüzumlu işlere cesaret bulabileceğim.
  • Demin yazdım ama yine yazayım. Hişşttt!!! Aşk!!! Bul beni artık ya..
  • Azıcık şekle şemale girmem lazım, askerlik geldi çattı. Subaylık sınavını kazanamasam da sırtıma 30 kiloyu verdiklerinde saman balyası gibi yıkılmayım bari.
  • Dayanamıyorum ve bir kez daha söylüyorum: Aşk, orda mısın canım?
  • Sabit gelir denen arkadaşla müşerref olmak istiyorum. Üniversite bitiren her insanın tanışmak için yanıp tutuştuğu biriymiş kendisi.
  • Aşk! Anladın canım sen onu...
  • Arkadaşlarımla toplanıp geçmişi kurcalamak istiyorum. Kimsem yok, tüm arkadaşlarım başka şehirlerde, yalnız kaldım, böhüüü, hüngürrrr... Evet ağlıyorum, gözüme hiç birşey kaçmadı, bildiğin ağlıyorum :.( 
  • Daha önce bahsettim mi bilmiyorum ama: Aşk efendim aşk!
  • Hazır elim değmişken şu bilgisayarı biraz yenileyim, Şebnem Ferah yeni albümünü çıkarsın, iki sağlam komedi, bir sağlam aşk filmi çekilsin, multimedya (çoklu ortam da nedir abicim ya, en yaratıcı tercümeniz bu mudur yani?) isteklerim de bunlar. Tevazu sahibiyimdir de işte böyle...
  • Al-Hubb, The Love, Die Liebe...

--------------------------

Bana sanki çok hızlı geçmiş gibi gelen bu yılı da hayırlısıyla tamamlayıp, yenisine girmeyi; daha da nice mutlu yılları nasip etsin Allah'ım...


Sevgilerle
(^_^)


--------------------------
 

Bir Tenasül Organı Olarak Aşk...

Hani aşk çok yüce bir duyguydu?


Hani insan hayatında bir kere, taş çatlasa iki kere aşık olurdu?


Hani aşkı başka duygularla karıştırmamak büyük bir erdemdi?


Hani, huni, huduni?


--------------------

Yoksa zamanında biz mi yanlış öğrenmiştik?


Leyla'nın Mecnun'dan çocuk aldırdığı, bu yüzden ahalinin onu taşa tuttuğu gerçeğini kabullenmek mi istemiyorduk?
Ferhat o dağları Şirin'e kavuşmak için değil, afrodizyak etkisi olsun da iktidarsızlığını yensin diye mi deliyordu yoksa ileride deleceği başka şeyleri mi ima ediyordu?


Duygularından emin olmak falan, böyle Kenan Işık ile Kim Beş Yüz Zirilyon İster yarışmasında sorulan Son kararınız mı? Eminsiniz mi? sorusuna verilecek bir cevap mıydı?


Yoksa Rapunzel adlı, saçının her bir teline güller bağladığım hatunun uzattığı şey, kafadan değil de başka bir uzuvdan uzayan kıllar mıydı?


Yani hiç kızmayın, terbiyesiz seni falan demeyin lütfen!
24 saat televizyonlarda bilumum taraflarımıza sokulup duruyor bu görüntüler!!


Ben sadece en gözüme batanları söyleyip stresimi bir atayım da hiç olmazsa alnımda abazan yazmadığı anlaşılsın.


  • Love in the Timeof Cholera: "Kolera Zamanı Aşk" adıyla beyaz kağıttan beyaz perdeye aktarılan ve dünyanın en temiz aşkından en katıksız pornosuna dönüşen tam bir hayalkırıklığıydı benim için. 

Hayatımın dönüm noktalarından birinde filmin Şakir Ağa (Shakira) tarafından söylenmiş bir şarkısının, filmden alınan sahnelerle yapılmış klibine denk gelmiştim.


Zaten annemle babamın çok hoşlarına giden eski latin müziklerine fena halde benziyordu, zaten benim de başımda kabak yelleri esiyordu, bir de üstüne merak eklenince tamam dedim, benim gözümde on yüz bin milyon yılın romantik filmidir bu...


Akşamlayın kurulduk efendim ekranın karşısına, böyle benim anlatmalarımla, bir de filmin müziğinin verdiği etkiyle beklentiler zaten çığ gibi...


Hatta ilk başlar da mükemmel bir gençlik aşkı havasında...


Ay yazıııık ayrı düştüler, tüh tüh tüh, vah vah vah... derken zamanla filmden gelen sesler ah ah ah, ile ıh ıh ıh arasında gidip gelmeye başladı.


Ve bunu da esas oğlanımız "bakirliğimi sadece aşk için kaybederim" diyerek bize açıkladı ki, zamanla sevgilisine kavuşamadığı için başka hatunlara ücretsiz jigololuk servisi vermeye ve bir defter tutup yattığı her bir hatun için karakter tahlili yapmaya başlamıştı kendileri...


Yattığı 600 küsürüncü hatunu betimlerken bir şiir de yazmıştı kendisi, herhalde "vay be aşka bak, romantizme bak, ayrılık acısı nelere sebep oluyor" falan dememizi bekliyordu.


Bilmiyorum belki de gariplik bendedir, belkide aslında sapığın tekiyimdir, gerçek aşk camları çatlatan çığlıklarla yapış yapış et yığınları arasında bir yerdedir...


  • Aşk-ı Behlül (Aşk-ı Yuh Deveyin Nalı olarak da bilinir): Vakti zamanında benim de Tedrisat-ı Maşukiyye Kanun'u Muvafakatı diyerek değindiğim, daha doğrusu bu aralar cümbür ve cemaatin de sık sık değindiği sabun köpüğü (soap opera) dizidir kendileri.

Dizinin yazarları Ziya ve Halit Uşaklıgil kardeşlermiş. Wachowski Kardeşler gibi birşey olsa gerek, çünkü temel aldıklarını söyledikleri Aşk-ı Memnu adlı romanda ne Ednan Bey'in banka hesaplarındaki Euro ( € ) hareketlerinden ne de Bihter ve kız kardeşi Bihtmez'in birbirilerine son model Nokia telefonlardan attıkları mesajlardan söz edildiğini sanmıyorum.
Hayır yani, o roman yazıldığı zaman öyle olaylar vardı da ben bilmiyordumduydu ise affola, gider kendimi Haliç Kulesinden veya Beyazıt Köprüsünden yukarı atarım.

Ama değinmek istediğim asıl şey bundan daha sexagonal (geometride her köşesi azmış ve birbirine dimdik olan geometrik şekil) ve çok daha rezil.
Duygularından son derece emin  olarak (bkz. bu yazının başları) kendinden birkaç yüz yılcık genç bir sübyanla evlenmek istediğini, o sübyandan daha genç kızına söyleyerek nezaketen izin isteyen Ednan Witherboynuuuz, aynı evde yaşayan ve sarı gözlü mavi saçlı, cabiri taiz veya tabiri caiz ise bildiğin Saf, Arî Irk mensubu Behlül The Amcaparası Eater, tabii ki Ednan beyin yarım akıllı ve Arî Irk mensubu kişiye deli divane yangın kızı Nihool, geceleri Ednan bey arzusuyla tam gaz Violet Dream modunda yaşayan Derya Deniz hanımefendi, Ednan Bey'in kızına aşık Beşir Esat (evet Suriye Devlet Bakanı)... "Güzelim ben, bu gece hepiniz beni hayal edeceksiniz" diyerek gezinen Bih ve Ter'den henüz söz etmedim bile!!

Meşhur "Aşk-ı Memnu Durum Şeması"nı her kim icat ettiyse kendilerine sonsuz duacıyım şu an.
"Gerçek Aşk" denilen o kutsal kavramı anlatmakta hiçbir şey daha açıklayıcı olamazdı!


-------------------


Bu iki çok basit örnekten ilki uzun süredir aramakta olduğum fakat örneğine ömür billah rastlayamadığım, içinde "kıç, lanet olsun, fak yu" kelimelerinden en azından birinin geçmediği, "dilini karşındakinin gırtlağına sokarak öpüşme teknikleri, Çocuk Yapma Sanatı, Yatakta Kucak Dansının İncelikleri, On Dakikada Orgasm Taklidi Yapabilme" gibi mühim konulardan hiç olmazsa birini içermeyen film arayışımda suratıma tokat gibi çarpan hatta çok afedersiniz "tüm masum duygularımın ırzına geçen" bir film olması hasebiyle beni çok derinden etkiledi.


İkincisi ise zaten Türkiye denen "Yitik Cennet"teki her yaşam formunu, hem de böyle gözlerine soka soka, zorla etkilenmek zorunda bırakan bir örnekti.


Gerisi ne mi?
Bir film edasıyla geçen reklam kuşağında bile görmediğimiz zaman şaşırdığımız bilumum şeyler...


Zaten düşünmedim değildi hani, Küçük Kadınlar diye gayet güzel bir sübyancı porno çekilebilirdi, neden olmasındı? Onun da yolu yavaş yavaş alınmaya başlanmadı mı zaten?



Yada kıro bir arkadaşın "Narinim Narişelim, tenhalarda kaynaşalım" diye dört döndüğü bir dizi vardı adı neydi unuttum, o da hiç fena değil...



Herhangi bir müzik kanalında yayınlanan herhangi bir şarkının herhangi bir klibini hatırlamak da yeterli bazen! Neticede herkesin fantezisi değil midir, ünlü biriyle masumca oynaşabilmek? Hem niye mahrum kalalım ki groupie kültüründen?



Çünkü en az bir adet seks, muhakkak on adet kıç ve zevke göre yanında servis edilecek Tanrıya sövme olmadan iyi bir şov sergilenemiyor!!..

----------------------


Tüm bu oyalama ve utana sıkıla bir türlü söyleyememe anlarından sonra asıl söyleyeceklerime gelecek olursam;


Asıl sorunum neymiş cancağızım biliyorsun mu?


Evet, o lanet olası zenci kıçım kafam kadar büyükmüş!


Ama ayrıca, bunca zamandır hep sorup duruyordum ya hani kendi kendime, aşk konusunda neden bu kadar başarısızım, neden hiçbir şey yolunda gitmiyor diye ya...


Sorun buymuş demekki!
Aşk dedikleri şeyi birazcık yanlış anlamışım, "make me wet" inlemelerini ince ve tüylü bir kırbaçla susturmam gerekiyormuş meğerse...


----------------------

Şimdi müsadenizle kusmaya gidiyorum.
Sevgiyle aşkla falan kalmayın, aman ha!!!

(^_^)



---------------------

Amme hizmetidir: Yayın, yaydırın, yardırın, saldırın!!!

Yapasım Var

Pek çok şey yapmak istiyorum, üstelik bunların tamamından fazlası sırf eğlence olsun diye yapmayı istediğim, zorunlu olmayan, boş ve beleş işler ama üşengeçlik bir kere ruhunu sardı mı insanın, işemeye bile Limuzin ile gitmek istiyor, onda da şoför ile...


---------------------



1) Üç yıldır kafamda zirilyon tane film projesi canlandı, bazıları sadece fikir olarak kaldı, daha azı kağıda döküldü, daha da azı için hazırlık yaptım, hiç biri için harekete geçmedim. En azından bir ikisini yapmak istiyorum. Şöyle biraz Sin City tarzı birşeyler canlandı kafamda bu aralar, aslında gayet basit de gözüküyor ama işte... Üşeniyorum, o halde yarın.

2) İri yarı, bildiğin Shrek bir yapım olmasının yanında bir kuş tüyünü kaldıramayacak kadar da halsizim, azıcık kendimi geliştirmek istiyorum. Azıcık kalıbımın adamı olmak istiyorum. Koyup falan etmek istemiyorum ama kodum mu da oturtmak istiyorum.

3) Eskiden en haşin devlet dairelerinde bile arzulanan bir dosya düzenim vardı, bir süre sonra ne olduysa elimi iyice altıma saldım, boşverci oldum, sonunda bilgisayar da kafayı yedi, odam da çarşamba pazarına döndü. Etrafı da, sevgili bilgisayarımı da bir çekip çevireyim istiyorum.

4) Bilgisayarımı biraz daha geliştirmek istiyorum. Bin yılda bir sağlam bir sistem topladım diye sevinirken her seferinde ekonomiye kaçmak zorunda kalmak beni deli ediyor.

5) Bir zamanlar deli gibi arayıp da bulamadığım, zamanında izleyip de anlamadığım, çeşitli sebeplerden nasip olmayan tüm filmleri, şarkıları bulmak istiyorum.

6) Brutal ve scream vokal yapmak istiyorum. Eskiden tenor olmaya özenirken kendime yeni bir özentilik konusu bulmam, ruh sağlığım hakkında derin şüpheler doğursada...

7) Hadi brutal mrutal geçtim, şöyle fiyakalısında bir sesim olsun, en azından şarkı söylerken detone olmayım o da yeter. Şarkı söylemek istiyorum abicim ben yaaa!!!

8) Fazla karışık olmayan, yapabileceğim, zor olmayan, hayatımı mahfetmeyen bir iş istiyorum. Parası varsın fazla olmasın, nohut oda bakla sofa yaşayıp gidiyorum zaten.

9) Eskiden en özendiğim yaşlar 24-27 arası yaşlardı. Şimdi ise 23'üme girmek istemiyorum, zaman dursun istiyorum, daha fazla büyümek istemiyorum. Ciddiyim, gerçekten çok ciddiyim!!!...

10) Vakti zamanında çevrem olup biten, fakat doğal olarak hiçbir zaman farkında olmadığım herşeyi öğrenmek istiyorum. Dedikoduysa dedikodu, laf aramaksa laf aramak... Herkesin bilip de benim Sağır Sultan bile olamadığım gerçeği sinirlerimi çok bozuyor! İşe, İlkokul 3'teyken etrafımda olup biten bilumum sapıklıkları öğrenmekle başlayabilirim.

11) Unutmayı nasıl oldu da becerdiysem öğrenmeye hazır başlamışken, affetmemek denilen şeyi mucizevi bir şekilde keşfetmişken, devamını da getirmek istiyorum.

12) Aynı zamanda kendime haslet bildiğim bilumum çocuksulukları da kaybetmemek istiyorum. Nasıl olacaksa!...

13) Birileri beni bulsun istiyorum, aklımı okusun istiyorum, beni istesin istiyorum, benim onu isteyebileceğim her şekilde beni istesin istiyorum.






Ve evet sevgili filozofcu amca, istemek başarmanın yarısıdır, inanmak da başarmanın yarısıdır, çalışmak da başarmanın yarısıdır...


Ve yine evet;
Yumurtanın sarısı, gitti pip.....


Neyse(^_^)

------------------------






Öküzleme Metal

Anırsam, sesimi duyar mısınız ahırlarda?
Dokunabilir miyim göz yaşlarınıza toynaklarımla?
Bilmezdim samanların bu kadar sıcak,
Küspenin bu kadar lezzetli olduğunu,
Bu ahıra düşmeden önce......


Bir yer var cehennemin dibinde, biliyorum!
Her türlü dışkıyı savurmak mümkün,
Epeyce yaklaşmışım, yumurta gibi kapıyı tıklatıyorum,
Gübreleyemiyorum...


Syrano Myrano Bağrıkabarık

----------------

 

----------------

İzinli yada izinsiz kopyalayanları yapıştırırım! Bu benim depresyon şiirim, gidin kendi saçma depresyon şiirinizi kendiniz kasın, alla alla; tabii bu kadar saçmasını kasabilirseniz...

Katli Vacip Zamanlar...

Şimdi efendim şöyle ki...


İnsanın bir eşref saati vardır, bir de eşşşşşşşek saati vardır derler. Doğrudur, eyvallah..


Herşeyin bir yeri bir zamanı vardır derler, ona da hay hay...


Amma ve lakin, zamanında olması gerekip de olamayanlaradır yakarışım a dostlar.


--------------------------


Emeklemeye başlamadan koşmaya, konuşmayı öğrenmeden gangsta-rap yapmaya, yumurtayı kırmadan omlet yapmak isteyenlere karışmıyorum, herkesin derdi kendine...


Ve fakat neden zamanında olması gereken şeyleri zamanında gerçekleştirememek bu kadar acı oluyor onu da anlayamıyorum!!!


Zaman öldürmeyi bu yüzden çok seviyorum belkide.
İş zamanında işime, eğlence zamanında eğlenceme köstek olan iç ve dış mihraklar yüzünden ne akıl kaldı bende, ne uyku düzeni, ne yaşama hevesi, ne aşk, ne iş, ne para!


Oysa insan çalışacağı zamanı da bilmeli, yeri geldiğinde de eğlenmeli.
En azından kullanma klavuzumuzda yazan bu.
Ama yanlış kullanımdan dolayı servise götürmek mümkün değil.

Dedim ya, zaman öldürmeyi çok seviyorum artık.


Keşke hiç iş güç olmasa, mümkün mertebe kulaklıkla dolaşsam, Otep abla böğürse, Rammstein'cı abiler geceleri ateşi harlasa, sonra yeni filmler indirip, izleyip, ağlaşıp gülüşsem...

Hem zaten, çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi:
"Ne olacaaaadı yaa??"

Zamanında aşkın ne olduğunu öğrenemeyip şimdi kıytırık dizelerle güya üstü kapalı ama esasen gayet bariz bir şekilde sevgili arayışına girmeyeceğim de, günde 25 saat dilinden zerre kadar anlamadığım yabancı grupların şarkılarını dinlemeyeceğim de, "ya birgün şu olursa, ya birgün bu olursa, ne süper olur, ne manyak olur, ne a-acayip olur" diye hülyalara dalmayacağım da, ya ne yapacağım he güzelim?

Dersi derste öğrenmek gerektiği, insanı ifrit eden matematik öğretmenlerinin, belki de hayatları boyunca söyledikleri tek doğru söz olabilir!!!



Gerçi hiç birşey için geç değil ama zamanın değerini bilemeyince öyle avucumdan kaçıp gidiyormuş gibi geliyor bazen.


Yoksa niye 22 yaşında olmam, yolun yarısına gelmiş olduğumu düşündürsün ki bana?
Daha yaşım ne başım ne yani?


Bar filozofu Teoman emminin "şimdi ölmek istemem" derken tam olarak neyi kastettiğini daha iyi anlıyorum galiba...


Hayır Azrail geldikten sonra istersen dün ölmek iste, istersen hiç ölmek isteme, zerrece tınmıyor ama işte...


-------------------------


Ekmeğimi, suyumu verse biri; bir de elimdekileri koruyabilmeme garanti verse, ailemin yıllarca zirilyon tane sıkıntı yaşayarak bedelini zaten ödedikleri şeyleri gasp etmeyeceklerine ikna olabilsem... Yeter bana yani, öyle bakımı zor bir yaratık değilimdir...



Acı çekmem gereken zamanlarda işin dışında tutulmaya çalışılmasaydım, mutluluğu en çok hakettiğim zamanlarda dürzünün biri gelip babamın canına, annemin onuruna, benim bir damlacık kalbime kastetmeseydi...


Belki şimdi hiçbir suçu günahı olmayan zamanı katletmek için bu kadar çok hevesli olmayacaktım...


Ve suçu kendime atacaktım beybi!!!


-----------------


Şöyle çok feci yakışıklı olsam veya para bende olsa da hayattaki tek derdim onu nereye harcayacağım olsa belki tüm bu yazdıklarım da dert olmayacaktı...

Çalışıp kazanmalı ama değil mi?
Tabii ya, her sahip olan kişi de çok çalışıp kazandığından o kadar kıymetini biliyordu zaten!



En güzeli, zamanımı güzel güzel katletmek ya.
En azından diğer pek çok zaman öldürme yönteminden daha az masraflı şeyler yapıyorum, kendi hatalarımı başkalarına yüklemeye çalışmıyorum, hatta başkalarının hatalarını da üstüme alarak vatana millete de hayırlı işler yapıyorum!


---------------------------



Yedek subay mı olacağım?
Hamsi kavağa çıkarsa neden olmasın!...


Evlenecek miyim?
Kurtlu bakla olduğumu onurlu bir şekilde kabul ettiğim zaman!...

Dünyaya karşı dimdik durup, hayat yolumda emin adımlarla yürüyecek miyim?
Üşeniyorum, o halde yarın...


------------------------------





.: Cemaziyülevvel - 2. Bölüm :.

Yoğun isteksizlik üzerine, ikinci bölüm...


  • Lisedeyken  bu "Mısırlı" olma işi epey sükse yapmıştı. Bir dönem adımı bile unutmuştum, herkes bana "napan len mısırlı" diye seslendiği için... Ben de bayaa kaptırmıştım kendimi. Roots (Kökler) dizisindeki gibi geçmişimi araştıracaktım, sonra atalarımın topraklarına geri dönecektim. O zamanlar sülalemizdeki 70 küsür kişi içindeki tek "Mısırlı" bendim ya çünkü...

  • Zamanla o istek söndü tabii.. Şimdi kim Arapça öğrenecek, kim o yaşantıya kendini adapte etmeye çalışacak, daha iki satır matematik çözemeyen bir lise öğrencisi ne yapacak gurbet ellerde... Düşündükçe en iyisinin kıçımı kırıp olduğum yerde oturmak olduğuna kanaat getirdim... Daha bu ülkede doğru dürüst bir sosyal hayat kuramazken ne yapacaktım İskenderiye'de allasen?

  • Ama eğlenceliydi, başta sadece hava atmak için işe yararken zamanla ciddi ciddi bilgilenmeye başladım işin tarihi, kültürü konusunda... Dedim ya, eğlenceliydi... Artık okuduklarımla, öğrendiklerimle gitmiş kadar oldum, o da yeter...

  • Lise'deyken sanırım hala Power Rangers'a ve Pokemon'a inanıyordum. İnanmasam bile gerçekmiş gibi davranıyordum. Bildiğiniz çocuktum işte.

  • Çocuk demek biraz eksik bir tanım olurdu. Salak ve yarım akıllı da diyebilirdik tabii... Ama saf bir salaklık :) Hayata karşı çok cahildim o zamanlar. Gerçi şimdi akıllandım da ne oldum?

  • Bilgisayarım olmadığı zamanlar ne yapıyordum hiç hatırlamıyorum. Gerçekten; resmen hafızamı yokluyorum... Evden de çıkmazdım pek, zaten o şehir senin, bu okul benim taşınıp durmaktan mıdır nedir, pek oyalanacak şey arayışına da girmemiş miydim nedir... Allah'ım sen bilgisayarımı koru!

  • Sanki kendim çok matah birşeymişim gibi oturup insanları izlemeye, davranışlarını anlamlandırmaya bayılırım. Sanırım babamdan aldım bu huyu. Babam psikolojiye bayılır ve beni öncelikle kendi hareketlerim konusunda hep eğitirdi. Sonra işin sosyal yönüne bir girerdik... Çıkamazdık ömür billah :)

  • Ama gözlemlerim, yorumlarım beni hiç yanıltmadı. Hatta her geçen gün daha da ilerleme kaydettiğimi düşünüyorum... İnsanların maskelerini, kirli çamaşırlarını, çamaşır selelerini falan ulu orta meydana sermek gibi şerefsizce bir huyum yoktur, tüm yorumlarımı sadece kendime saklarım... Lakin milletin maskelerini kendi içimde düşürdükçe o maskeleri onlardan alıp kendime takıyormuşum gibi hissetmekten de alıkoyamıyorum kendimi!

  • Bazen herkesin gözü benim üzerimdeymiş gibi hissediyorum, bazense sokakta çırılçıplak dolaşsam bile kimsenin beni farketmeyeceğini düşünüyorum.

  • Ve evet!!! Ben her ne kadar aksini söylemeye çalışsam bile bilinçten yoksun veya zeka seviyesi eksilerde olan tek hücreli bir canlının bile benim hakkımda ne düşündüğü çok önemli benim için!!! Neden önünden bile geçmediğim zeka özürlü biri o kadar kişi içerisinden tutup da bana "gonuşma leyn mal" dedi? Niye başkasına demedi? Madem aklı yerinde değil, neden başkalarına da demedi arkadaşım? Ben ne yaptım ki bu lafı hakedecek? Niye ben, neden ben, niçin ben, böhüüüü, hüngüüüürrrr.... Evet ağlıyorum, gözüme birşey de kaçmadı :..(

  • Kaldı ki aklı başında insanlar, sözlerine değer verdiklerim bir yana, sevmediğim, hatta nefret ettiğim insanlar...

  • Ama benim laflarım kimi ne kadar enterese ediyor hiç bilemiyorum. Çoğu kez bu yüzden haklı olduğum tartışmalardan cayıp ortamı terketmişimdir.

  • Siyasi, dini, mini, falanik, filankolojik konularda ve en önemlisi zuhahapatoloji hakkında artık sadece kafa dengi insanlarla konuşmak istiyorum. Başkalarının ön yargı duvarları boyumu aşıyor; kollarım yorgun, ben de tırmanıp onları aşamıyorum. Bazen o duvarı aşsam da arkasında iki kelime konuşabilecek bir insan bulamıyorum. Sonra da "vay Syrano, niye duygularını paylaşmıyorsun, vay Syrano sendeki bu özgüven kaybı nereden kaynaklanıyor, vay Syrano neden tenceremin dibi tuttu" gibi sorularla beni didikliyorsunuz. Aha canlarım bu yüzden işte... Sen o tencereyi ateşte bırakıp içeride Aşk-ı Meşru izlemeye gidersen o tencerenin dibi de tutar, Ednan Bey'in konağı da yanar tabii!!!

  • Duyulduğu zaman beni utandıracak, insanlardan kaçmama sebep olacak, beni rezil edecek şeyler... Sanırım bir iki tane var... Ama onlar da büyük ihtimal benim kuruntularımdır. "Ya benim hakkımda kötü düşünürlerse, yani beni kınarlarsa" diye kendimi yeyip bitirme huyumdur belki beni böyle düşündüren. Ama yine de duyulmasın, bilinmesinler. Serde asalet var, beyefendilik var, ı ıh, cıx, olmaz. :)) Benim gibi insanlar mümkünse işememeli; çok zorda kalırsa da fındık kadar yapmalı :)))

  • Lisedeyken adım bir "malum" kızla anılmış benim ruhum bile duymadan. Her ne kadar iş işten geçtikten sonra olsa da bir arkadaşım o konuda beni uyarmıştı, benim "yuh, nooluyoruz yaa" tepkilerim arasında ... O günden beridir bilhassa "mimli" hatta ecnebilerin deyimiyle "popular guy" veya "cheerleader girl" tarzı kişilerle bir arada bulunmamaya çalışıyorum. Fakat oldu da temasa geçmem icap etti... Eh, dedim ya, takacak maske çok :))

  • Periyodik olarak her iki yılda bir romantik birşeyler yaşıyormuşum gibi bir fikre kapıldım. Artık ya o "romantizm" anlayışım ben kendi hüsnü kuruntumdur, ya zannettiğimden çok daha güzel anlar yakalıyorumdur da bunun farkına varamayacak kadar körümdür, yada tüm bunlar bir çelişkidir... Bilemiyorum... Fakat eğer yaşadıklarımdan çıkardıklarım doğruysa 2010'un Eylül - Kasın ayları arasında karşınıza paçalarımdan romantizm akar bir şekilde çıkabilirim, demedi demeyin... Ha ondan önce de olabilir, sonra da olabilir. Hatta önce olması canıma minnettir vesselam :)))

  • Hayatımın bir bölümünde ise, (neyseki periyodik değil bu) herşeyimin alt üst olduğu, insanların beni yanlış anladığı, işlerimin yolunda gitmediği, kabusların, hayalkırıklıklarının başıma üşüştüğü dönemler oluyor. En yapmadığım şeyler başıma geliyor; sebepli veya sebepsiz, haklı veya haksız azarı ı yiyorum, birileriyle tartışıyorum ve bağları koparıyorum. Aslında bazıları gerçekten yerinde oluyor ve bir daha da görüşmüyorum onlarla ama kalbini kırmak istemediğim insanlarla da olabiliyor bu bazen, neyseki ikimiz de dayanamayıp hatalarımızı itiraf edebiliyoruz... Bazen çok kıytırık sebeplerden yanlış anlaşılıyorum ve buluttan nem kapabiliritem yüksek olduğu için hayatı kendime zindan edebiliyorum.... Neyseki en uzunu iki ay sürdü bu dönemlerin... Gerçekten çok berbat hissettiriyor!


  • Herkesi birilerine benzetme gibi bir huyum olduğunu biliyor muydunuz? Hele ki eğer ilk defa tanışıyorsam sizinle, size söylemesem bile muhakkak daha önceden gördüğüm birilerine tıpatıp benzetmişimdir sizi, hiç merak etmeyin... Bazen aramızdaki samimiyeti geliştirip veya geliştirmeyi de bekleyemeyip size de söylüyorum ama her zaman değil... Aslında öyle çok hoş bir huy da değil ama... Ne bileyim işte, eğlenceli oluyor :)

  • Şu güne kadar yapabildiğimin en iyisi "abi şarkı mükemmel yaaa, 7/24 dinliyorum" dan ibaret. Oysaki sevdiklerimle şarkı dinlemeye bayılıyorum ben ve bundan daha ileriye gitmek istiyorum. Hiç bir "dostlar" grubuyla müzik dinleme imkanım olmadı. Hayatımda sadece bir kere, 2006 yılında Şebnem Ferah konserine gitmiştim, onda da arkadaşlarımın geleceğine güvenerek... Lakin buluşamadık bir türlü; onda bile yalnız gittim. Bugüne kadar kimse benim için bir şarkı istemedi, bana şarkı armağan etmedi, sevebileceğim bir şarkıda beni davet etmedi. Dahası hayatımda hiç dans etmedim! Dans etmeyi çok istiyorum oysaki. Mümkünse sevgili kişiyle tabii, ama dansımsı hareketler yaparak bir grupla "çılgın atmak" da güzel olabilir benim için :))

  • Hasılı, çok isterdim sevgiliyle dans etmek, "bizim şarkımız"ı bulmak, her çaldığında birbirimizi hatırlamak...

  • Yaş 35 ise ve yolun yarısı ediyorsa... 25 yaş da 50. yaşın yarısı eder. Ve neredeyse 25 olacak yaşım göz açıp kapatıncaya kadar geçtiyse, diğer 25 yıllık kısmı da aynı hızla geçebilir demektir. Yaşlanmadan istediklerimi gerçekleştirebilecek, gençliğimi değerlendirecek fazla zamanım yokmuş gibi hissediyorum bazen.

  • İşte bazı konularda bu kadar tedirgin olmamın nedeni de bu... İlk defa şimdi düşündüm bunu; sanırım yaşlanmaktan korkuyorum!

  • Yıllar önce annemin öğretmen olarak çalıştığı bir okulda bir sene okumuştum. "Öğretmen çocuğu" olarak arkadaşlarım arasında aldığım nefesin bile millete batıyor olması bir yana diğer öğretmenlerim de bana karşı pek bir adil (!) davranıyorlardı. Hele bir tanesi, dünyanın en ucuz ve en inanılması mümkün olmayan espirisi yüzünden "(arkadaşlar,diğer sınıf sizin hakkınızda plan yapıyor, sizi başbakanlığa şikayet edeceklermiş" gibi bir espiri yüzünden, alın onu da söyledim işte) beni ağzından tükürükler saça saça, dünyadaki tüm fitne ve fesadın sorumlusu olarak beni gösterircesine 3 ders saati boyunca iki sınıfın önünde de azarlamıştı.

  • İşte o gün kendi kendime, böyle sıkıntılı anlarda nasıl soğuk kanlı kalıp, nasıl o anların hızlıca geçmesini sağlayabileceğimi keşfetmiştim!

  • "Evet, tamam, pekala, bu an yaşanacak, bu kesin, kurtulmak imkansız. O halde ben şimdi ben bir süreliğine gidiyorum, filmi burada kestim, içeride ne olacaksa olsun, kim ne halt ederse etsin, ben burada yokum nasılsa... Tüm bu keşmekeş bitince ben geri gelirim, kaldığım yerden devam ederim..."

  • Aklımı ve kendimi, böyle düşünmeye çalışarak o kadar çok sıkıntı verici ve günler süren belalardan, hatta işkencelerden korudum ki, hayret edersiniz! Dayanabilirseniz siz de deneyin, belki işe yarar...

  • Çok yakın bir zamana kadar, bu hayatı tam bir komedya olarak görüyordum. İçinizden bazılarınıza demişimdir belki: "Yukarılardan biri oturup bizi film gibi izlese, kimbilir ne kadar gülerdi, kahkahalardan yıkılırdı herhalde" diye... Biri kaza kurşununda öldü mü, biri sevgilisinden ayrıldı mı, birinin canı tehlikeye mi girdi, ben hayatım boyunca yapabileceğim en büyük hatayı mı yaptım, çok kötü bir olay mı yaşadım? Hem de böyle püsküre püsküre gülerdim.

  • Hayatımda ilk defa, hem de hiç de öyle hoş olmayan bir şekilde ölümle tanışınca kendime geldim. Kendime gelmem için illaki bir ölüm mü olması lazımdı bilmiyorum ama en azından içimdeki bu gerizekalıca fakat karşı koyamadığım gülme halini sildi. İyi de oldu. O gidiş, gidiş değildi...

  • Bir filmde esas oğlan "ölümden bu kadar çok korkuyor olman, yaşama ne kadar bağlı olduğunu gösterir" demişti. Genelde böyle özlü söz arşivleri yapmayı sevmem, yapmacık bulurum çünkü. Fakat o söz çok hoşuma gitmişti... Ki etkilerini de Şekil-A üzerinde görmeye başladım. 


  •  Gerçekten hayatı seviyorum. Ve kardeşim gibi gördüğüm birinin de bana söylediği gibi: "Biz insanlar boş ve kıymetsiziz, bu hayat çok değersiz diye bir şey yok! Tam tersi, hayat çok değerli, bizler çok değerliyiz."

  • Ama bunun yanında kendimi başkalarının gözünde de değerli kılmayı çok istiyorum. Dediğim gibi, başkalarının benim hakkımda görüşleri o kadar önemli ki... Niye geçimsiz, sevilmeyen, başına buyruk biri olarak anılayım ki?

 --------------------

Belki daha sonra tekrar kontinyut...
Kim bilirtinyut?


--------------------




Endoplazmik Retikulum Suçlu Olmayabilir!...

En azından benim bir suçum yoktu! Gerçi cezalandıran da olmadı ama...


Ellerimle birşeyler yapardım ben, pek de eğlenceli olurdu. Bazen saatlerce sürerdi, bazen 35-40 dakika, bazen bir çay içimi kadar...

Bugün tekrar hatırladım, özlemişim yapmayalı.


Adamcağızlar bas bas bağırarak ders anlatırken ben oturur onunla ilgilenirdim.
Etrafımdakiler de bakardı, hatta onların da hoşuna giderdi. Tıpkı benim şimdi, yaparken ne kadar mutlu olduğumu hatırlamam gibi...


Kafama estiği zaman, istediğim gibi resim yapmak ne kadar eğlenceli, ne kadar güzeldi be!...


----------------------


Genellikle, hani şöyle bir insandan biraz daha büyük ve üstünde tek bir palmiye ağacı bulunan bir ada çizerdim.


Neden bilmem ama rüyamda bile bazen o resmi çiziyorum. Çizmesi kolay olduğu için de olabilir belki ama o kadar tatlıydı ki!

En çizemediğim şeylerden biri yüz olduğu için insan resimleri çizemedim hiç. Olsa olsa hep arkadan görünüşleriyle çizdim, yüzlerini örtülü çizdim, hatta doğuştan yüzleri yokmuş gibi çizdim.

Ama yüz çizmeyi isterdim.
İnsanların yüz ifadelerinde, sol kaşın hafifçe seyrimesinden bile sayfalarca anlamlar çıkartan biri olarak, eğer yüz çizebilseydim neler neler çıkartacağımı hayal bile edemiyorum.


----------------------

En son karla kaplı orman içerisinde bir avcı resmi çizmişim. Yanımdaki arkadaşımla bin tane senaryo yazmıştık o resimle ilgili.

Dersimiz de "Türk Vergi Sistemi"ydi yanlış hatırlamıyorsam.


Ondan önce çizdiğim bir resmi, tesadüfen bir arkadaşım görmüş ve konusu çok hoşuna gitmişti. İlk bakışta garip kanatları olan iki şahsın birbirine sarılması gibi bir şeydi; hatta belki onu bile anlatamayacak kadar basit bir resimdi, fakat "paçayı şeytana kaptıran melek" konseptini ilk anlayan o olmuştu.


Canım benim, gelen geçen herkese sormuştu "sence bu resimde anlatılan olay nedir?" diye, sonra da dayanamayıp, daha cevap gelmesine fırsat kalmadan, "bak bu şeytan, bu da melek, bir hata edip ona güvenmiş, şimdi şeytan onun tüylerini nasıl yoluyor bak bak bak..." diye anlatmıştı.


Resmim hiç de iyi değildi, fakat benimle ve benim yaptığımla ilgilenilmesi, takdir edilmesi hoşuma gitmişti.


Yoksa sınıfımızda stilist de vardı, teknik ressam da, karikatürist de...


----------------------

Keşke hayat hep öyle olsaydı,
Ben bir kenarda sessiz sakin resim çizmeye devam etseydim.
Dışarıda kar yağsaydı.
Önümde oturan kızla dersi feci espirilerle kaynatsaydık.


Okul hayatımı, zaman içinde anlamaya başlasam ve eskiden inkar etsem bile bildiğin "inek", inek olmasa bile ineğe hayli yakın bir formda geçirmiş olsam da, son iki üç yılımı güzel anılarla bitirdiğime inanıyorum.


İşte bu yüzden de o günleri daha çok arıyorum.
Keşke biraz abartsaydım o zamanlarda...


Çünkü artık beraber abartacak kimsem yok. Yalnız başına abartmanın sonunun da karakolda veya akıl hastanesinde geleceğini biliyorum.


Sen, okuyan arkadaş.
Benimle havadan sudan resim yapar mıydın?


----------------------


Neyse, en azından sevgiyle kal 
(^_^)


----------------------



Özgürmüşüm Meğersem...

Bir değişiklik yapayım, rastgele bir grubun albümünü dinleyim, içlerinden şarkıları eleyip istediğimi alayıp, beğenmediğimi sileyim dedim.

"Korn - Untitled" denk geldi.
Hayranı olmasam da sevdiğim bir kaç şarkısı vardır, dururlar öyle yıllardır. (ovvv vat e biytifıl kafiye)
55 dakikada hepsini bir kere dinledim.
Yok dedim, olmamış dedim, eh dedim, tüh dedim.
Canım ne isterse dedim.
Starting Over, Kiss, Hold On kulağıma hoş geldi; diğerlerini eledim.

Altı üstü müziktir bu ya, dinlemiş olmam dışında hayatıma zerre kadar bir yararı olmayacak. Hatta yarın öbür gün evime ekmek götürme derdine düşünce ne kadar "özgür" olabileceğim konusunda derin şüphelerim de var ama...

Ne bileyim ilginç geldi bugün bu iş bana.
Kendi zevkimi belirleyebildim lan!
Aboooo, büyümüşüm de adam olmuşum, istediğim şarkıyı dinler, istediğimi eler, siler olmuşum, vay yavruuuğğğmm vağy :)))

.: Cemaziyülevvel - 1. Bölüm :.

  • Küçükken, büyüyünce ne olmak istediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. İşin vahim yanı, büyüdüm ve hala bir fikrim yok. Hayal meyal hatırlıyorum, bir keresinde veteriner, kaptan veya ressam olmak istediğimi söylemiştim. Veterinerliği gerçekten uzun bir süre daha istemiştim ama 10 yaşındaki benim gibi bir velete "veteriner olacak adam köpekten korkmaz" dedikleri zaman "eh peki madem" deyip vazgeçtim. Oysa şimdilerde hamallık da fena gözükmüyor hani.
  • Kendi başıma fatura yatırmaya ya bir ya iki kere gitmişimdir. Güya okuyup da mezunu olduğum bölüm bürokrasinin kalbinde bir bölüm ama bir elektrik faturasını nereye nasıl yatıracağımı bilmiyorum işte.
  • Hayatta hiç bir işime yaramayacak şeylere ilgi duyuyorum. Tarih, dil, anatomi, sanat... Lisedeyken millet şakır şakır test çözerken ben Sanskritçe'yi sökmeye çalışıyordum, kendi inançlarımı çok pekiştirmişim gibi oturdum İncil okudum, kalktım Bhagavad Gita okudum, yan yattım babamın 60 senelik anatomi kitaplarını karıştırdım, amuda kalktım Shakespeare külliyatı okudum. Sonra da neden hayatta bir yerlere gelemediğimin sebebini sorguladım...
  • ÖSS'den, LGS'den, OKS'den, DGS'den LES'ten, TOEFL'dan, KPSS'den ve burada adı aklıma gelmeyen bilumum sınavlardan, başta kısaltmaları olmak üzere onları ifade eden her türlü şeyden, onlara çalışmak için basılmış dergi, kitap ve yazılı-görsel tüm araçlardan, bilhassa da onlar sayesinde mafyalaşan, parayı kıran tüm dersanelerden nefret ediyorum. Aynı nefreti bu puan hesaplarıyla haşır neşir olan, sanki üniversitenin öğrenci işleriymiş gibi çalışan ve sağa sola puanlarla ilgili bilgi veren, sözde öğrenci görünümündeki kertenkelelere de duyuyorum.
  • İdeolojinin her türlüsünden, bilumum "-izm"lerden nefret ederken kendimi ara ara hepsinin içinde buluverdim. Artık hangi "izm"in nere"miz"e girdiğini öğrenmiş oldum ve kendi "izm"mimi yaptım: "Anti-izmizm"
  • Bundan bir iki sene öncesine kadar çok kasardım, söylediğim her sözün altında birilerine bir mesaj, geçmişte yaşanan bir hayalkırıklığı, bir plan, içten pazarlık, vattırı ve vızzırı vardı. Bir şey yazarken ana fikir "acıların çocuğu"ndan ibaret oluyordu. Şebnem Ferah bile artık kısa cümleler kuruyor. Ben de meramımı anlatabilecek kadar uzun cümleler kuruyorum veya konuştuğum kişinin anlamayacağına kanaat getirdiysem konuşmuyorum.
  • Hayatımda hiç yemek seçmedim. Seçseydim neler seçerdim bilmiyorum ama seçme hakkı görmedim kendimde hiç. Önüme ne konursa seve seve yiyorum. Serde asalet olduğundan mıdır nedir?
  • Başkaları benim hakkımda bir kanıya varmadan, ben başkalarının benim hakkımda nasıl bir kanıya vardıklarını tasarlıyorum. Tutuyor mu tutmuyor mu bilmiyorum ama...
  • Israr edilmesinden hiç hazzetmiyorum. Hatta belki anlarlar diye ben de çoğunlukla ısrarcı olmuyorum ki birgün gelip onlar da bana karşı ısrarcı olmasın. Sevmiyorum abi, anlayın işte ne ısrar ediyorsunuz? Yapmaya niyetim olsa siz ısrar etmeden ben yaparım zati, alla alla...
  • Sesimin çok "salak" çıktığını düşünüyorum. O yüzden genellikle "tok sesli adam" imajı uyandırmaya çalışıyorum ama başarılı olduğumdan emin değilim.
  • Saç baş tarama olayına, lise sonda matematik öğretmenimin zoruyla başladım, o zamana kadar öne tarardım mütemadiyen. Şimdi de alından 75 derecelik açıyla geriye tarıyorum o kadar. Jöledir, briyantindir falan tixinirim, kutusuna elimi süremem.
  • Eskiden bilgisayar manyağıydım. Her sabah uyandığımde veri bir sistemde sabit diskte hangi rpm'in verimli çalışacağının hesabını yapardım. Sıra arkadaşım ise hangi puanla hangi üniversiteye gireceğinin hesabını yapardı ama o başka bir mesele. Zamanla sınavdır, dersanedir, vizedir, finaldir derken unuttum gitti herşeyi amma velakin oyunlardan kopamadım.
  • Ben pek adı sanı duyulmadık bir oyun olduğunu düşünüyorum ama bir Cossacks: Europan Wars vardı zamanında. İlk onunla girmiştim bu oyun manyaklığına. GSC Games sağolsun, sayesinde hayatımın dostunu kazandırdı bu oyun bana. Pharaoh, RedAlert, Civilization, Blitzkrieg, serileri gibi genelde strateji oyunlarını çok seviyorum ama No One Lives Forever 1-2'de Cate Archer ile Heybeli'de az mehtaba çıkmadık, Serious Sam ile Kahire'den az adam kaldırmadık hani...
  • Metalci falan değilim, öyleymiş gibi davranıyorum çünkü eğlenceli geliyor. Metal müzikte nasıl olduysa sevdiğim bir iki grup dışında hiçbirini takip etmiyorum. Sevmiyorum çünkü. Kulağıma o anda hoş gelen ne varsa dinlerim yoksa..
  • Genelde sevdiğim grupların ve şarkıların adlarını, eğer çok bilinen şeyler değilse saklamaya çalışırım; paylaşmamaya, bilinmemelerine özen gösteririm. Aynı şey sadece müzikte değil, sevdiğim diğer herşeyde de geçerli. Ama şöyle içlerinden adlarını verebileceğim (çok da merak ettiydiniz zaten dimi?) Rammstein, Otep, Within Temptation, Şebnem Ferah, Portishead, Anoushka Shankar... Daha var birkaç tane daha çok takip ettiğim isim ama özel onlar, söölümem :)
  • Emoymuş, tikkymiş, bohemmiş, geekmiş falan anlamam ben. Hoşuma giderse severim, hoşuma gitmezse sevmem, öyle olmak isteyenlerin de tercihidir karışmam. Bana dokunan veya dokunmayan emo bin yaşasın, benimle dialog kuran veya kurmayan tikky gitsin TDK'ya baş muavin olsun, ırgalamaz.
  • Kedileri severim ve nerde görürsem gider oynaşmaya başlarım. Köpeklerin yavrusundan bile korkarım ama alıştıktan sonra severim. Kelebekleri severim ama öyle üstüme üstüme deli gibi pır pır uçuştukları anda korkudan elimi kolumu sallayım derken etrafta cam çerçeve ne varsa indiririm, hele de şu geceleri tabutlarından çıkıp dünyayı istila edecekmiş gibi görünen güve kelebekleri yok mu... Eskiden millet arılardan köşe bucak kaçmaya çalışırken ben arıları kedi sever gibi severdim, nedense bu aralar onlardan da tırsıyorum. Ama genellikle tek boynuzlu at olsun, dinazor olsun, ejderha olsun severim hayvanları.
  • Mutlu görünüyor, huzurlu duruyor olmam ve size aksi bir durumun olmadığını söylemem her zaman olmasa bile büyük çoğunlukla aldatmaca. O yüzden yüzüm gülüyor diye dertsiz zannetmeyin beni.
  • Zamanında bana yalnızlıktan, efkardan, kederden dem vurup beynimi kurutanların, şimdi parayı ve manitayı (ki zaten bu hayatta bu ikisinden daha geçerli başka bir gaye yoktur) kırmış olmaları, dahası zamanında o kadar bunalım konuşmaları yapanlar kendileri değilmiş gibi davranmaları acayip sinirimi bozuyor. Sırf bu duruma düşmemek için çoğunlukla sıkıntılarımı kimseyle paylaşmak istemiyorum. İnsan dediğin tutarlı olmalı accık.
  • Bir cümle içinde her iki kelimesinden birinde birinin bir yerlerine birşey koyanlar... "Aslında ben neyimki,değersiz vs vs..." deyip deyip küçük dağların mühendislik hesaplarını yapanlar... Küstahlığın, patavatsız espirilerin, kendiyle çelişmenin adını "hazır cevaplılık, zekilik" olarak görenler... Dine sövünce modern ve açıkgörüşlü, Arapça konuşanca "fenafillah" olduğunu düşünenler... Anladınız canım siz onu!!!

------------------------


Tabii ki Kontinyut...

------------------------





Cemaziyülevvel: Daha önce hiç, Cem Karaca'nın da albümlerinden biri olan ve "Ben senin Cemaziyülevvel'ini bilirim" şeklinde söylenen bir atasözü duymuştunuzmuydu? Hikayesi çok eğlenceli ve anlamı da az önce yukarıda kendimle ilgili sırları yazdığım satırlarda gizli...

Kişisel Birey

Hiç bir şeye zorunluluk hissetmediğim, yapmaya zorunlu veya yapmamaya zorunlu olmadığım, en büyük zorluğun rafın üstündeki kavanoza erişmek olduğu o zamanlarıma geri dönsem...

Kimseyi tanımasam, kimse de beni tanımasa.
Sosyal hayat derken, eskisi gibi sırf aynı parkta oynadığımız için hasbel kader tanışıklık yaşadığım o kısa ilişkilere geri dönsem; kimse için birşey ifade etmeye, kimseye de bir ifade yüklemeye gereksinim duymasam.

Diğer insanlardan için aman şöyle yaparsam kırılır mı, aman böyle yaparsam gücenir mi diye kendimi paralayıp kafayı yemenin sınırlarında dolaşmasam.

Aşk keşke o zamanlardaki gibi el tutuşmaktan ibaret olsa.
Duygularımı açıklayabilmek için savaş planları hazırlamaya gerek duymasam veya karşımdaki kişi benim duygularım karşısında Maginot Hattı inşa etmese. Taarruz için ben de arkasından dolaşmaya çalışmak zorunda kalmasam.

Hayattan beklentilerim sadece çizgifilmin zamanında yayınlanması ve akşam anne babam eve geldiklerinde o gün boyunca neler yaptıklarını öğrenebilmek olarak kalsa.

Birilerine birşey ıspatlamak zorunda kalmasam.
Kimse de kendi ıspatlamak için benim sinirlerimi zorlamasa.

Çökmesi iki gün bile sürmeyen ideolojiler yüzünden insanlar beni bencilce yaftalayamasalar...

-----------------------

Gayet mümkün aslında, yani keşkelerle, ah vah'larla hayıflanılacak bir durum yok ortada.

İleride bir gün yalnız başıma kaldığım zaman ağzıma iki lokma yengeç bacağı, küçücük bir tabak altın kaplamalı börek dilimi veya ne bileyim, Beluga havyarı koyabilecek kadar kendi geçimimi sağlamayı başardığım zaman tek amacım eskiye dönüp büyümüş olmanın verdiği sıkıntıları bertaraf etmek olacak.

Hoş, insanı da tüm bunlardan alıkoyan şey geçim derdi değil mi!

-----------------------

Sevgiyle kalın gözünüzü seveyim, bir de aklım sizde kalmasın
(^_^)

-----------------------

Muhterem Sayın Bağyan Böğğğğ Hamfendi

Müzik ruhun kurşunsuz benzinidir efendim.
Gaz verir, haz verir, korku verir.
Birşeyler verir sonuçta.

Bencileyin bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma uzmanı biri için bile müzik eleştirmeni sıfatı verdikten sonra, kim bilir daha kimlere neler vermesin!

-----------------

Hayatımda ilk defa böyle müzik albümü eleştirmeni gibi hissettim kendimi.
Şu MÖÖÖSS sınavlarında karşımıza sık sık çıkan ve ne idüklerini bir türlü net olarak öğrenemediğimiz eleştirmenler var ya...

Hah işte, onlar gibi oldum.

Daha yeni yeni oldum; çünkü dinlemeyi sevdiğim gruplar tembel yapıdalar.
Aynı hayranlarından benim olduğum gibi :))

Yatağa yatırmak isted..
Şey pardon, masaya yatırmak istediğim mevzu Otep bu sefer.
Sarışın, metalik, böğürük, satanik gibi görünse de hiç de satmayanik, dişi abla.

Çok süper bağırıyor bu.
Böyle kontrollü kontrollü. Bağırırken gazel okuyor, böğürürken taksim yapıyor, ciyaklarken ağlıyor falan.

Bir zamanlar tok ve temiz bir sesle şarkı söyleme isteğindeyken aklımı çelip brutal vokal yapma arzumu tetiklettiren hatun kişi var ya hani, size anlattıydım geçen gün kahvede, yolda görünce göstereyim demiştim ya.

Hah, bu o işte.

Hayatımda beğendiğim bir şarkıdan korktuğumu üç şarkıcıda hatırlıyorum:
Marilyn Manson: Sweet Dreams şarkısını dinlediğimde üç buçuk atmış, tuvalete evdeki tüm ışıkları açmadan giremez olmuştum. Klibini izlediğimde sinir krizi geçirdiğimi hatırlıyorum. Süt çocuğuydum, halen de öyle kalmaya niyetliyim. Zaten ara sıra hoş gelmesine rağmen oldum olası ne Marilyn'e tamamen ısınabildim, ne de yorumladığı diğer şarkılara.

Rammstein: Mein Teil şarkısını dinlediğimde bilumum müzik türlerini şöyle bir denemiştim. Otep'i zaten tanıyordum ama sarmamıştım henüz. Ürpertici gelmişti Mein Teil, ilk dinlediğimde. Zamanla alıştım ve şimdi pek yoğun duygular hissettirmiyor lakin dediğim gibi tırsmıştım zamanında.

Otep: Buried Alive şarkısını klibiyle birlikte izlemiştim ve gecenin bir yarısıydı, evde yalnızdım. Bir kadının öyle sinir krizine girip, melodik tarzda yırtınabileceğini hiç düşünmemiştim. Uzun süre dinlemedim zaten o manzaralardan sonra. Hani bir erkek şarkıcı yapsa aynı tarzda, pek tepki vermezdim. Lakin bir kadını hiç alışık olmadığım böyle bir halde görünce... Korktum lan :)))

Sevip de tırstığı olur muymuş insanın?
Oluyormuş valla işte.






-----------------

Derken bu bağıran abla bu ayın 18'inde (18/08/2009) yeni albüm çıkarttı.
Pek de güzel çıkarttı, çok da güzel çıkarttı.

Az önce edindim kendilerini (rapidshare sağ olsun :) )
Konserlerinde eskiden yaptığı gibi domuz kafasıyla, bir önceki albümünde edindiği tarzdaki gibi tüllere sarınmış olarak değil, yeni tarzıyla, Guy Fawkes maskesiyle, Yaşasın Anarşi mottosuyla (ki Babarşi varken, anarşi neymiş anlayamasam da... ), düzeni eleştiren ve Amerika'nın yedi ceddine hayır dua okuyan öğütleriyle çıktığından mütevellit, yeni albümünün adı da "Smash The Control Machine - Kontrol Mekanizmasını Parala (ehuehe)" olayazdı.

Albüm kapağını, pin-up girl'lerin moda olduğu reklamcılık yıllarındaki resim tarzıyla resmedilmiş olan klasik bir "Amerikan Ailesi" süslüyor.

Bu sefer Otep, daha önceki albümlerinin aksine gerçekten de bir ders vermek istiyor.
Bu güne kadar anlata anlata bitiremediği kendi hastalıklı, kustalıklı, işkence dolu bilinç altı dünyasından cark etmiş; gerçenk dünyaya dönmüş ve "gözlerinizi açın beyler, sucuk diye eşşşek eti satıyorlar size! Sen Rüstem amca, anana bacına eşşşek eti yedirir misin? Sen Maykıl emmi, neden güvelenmiş kazak giydiresin ki baldızına, torununa, torbana? Bu gidişe dur demeli artınk!" demeye başlamış.



Lakin böyle dersler verirken eski adetlerinden de kopmamış.
Yine mitolojiyi katmış, yine antik diller kullanmaya devam etmiş, ara sıra yine bilincinin altına çay kaave içmeye davet ediyor, histeri krizleri geçiriyor, ağlıyor.

Ve bakalım neler buyuruyor:

  • Rise, Rebel, Resist:
Hayranları büyük ihtimalle ezberlediler de unutup gittiler bu şarkıyı. Resmi sitesinde sağa sola "T cetveli" atıp sivrisinerk öldürmeye çalışan kanatlı bir gaz maskesini yönettiğimiz flash oyununu başarıyla bitirdiğimizde dinlemeye hak kazandığımız bir şarkıydı. (Allah'ım ben bu cümleyi tek seferde nasıl kurdum böyle !? )

"Saat efekti" adını verdiğim ve Otep dışında bir de "The Cell - Hücre" filminde rastladığım bir sesle giriş yapıp, tekerlememtrak bir fısıltıyla niyetini hafifçe belli edip, "My name is Otep ulan" diyerek doruğa çıkartan ve zank diye bitiren gaz bir parça.
"Calloused and exasperated" dediği kısımda sesiyle öyle bir oynuyorki gidip yanaklarını sıkmak istiyorsunuz.

Yeni tür bir sosyalist enternasyonal marşı diyelim biz buna, ama ne sosyalizmle ne enternasyonalle bir alakası var. Belki proleterya diktatörlüğü diyeceğim ama ona da başka bir şarkıda değinmiş. Neyse siz büyüyüp gelişin, isyana gelin, direnin. Devrimi sağlam kazığa bağlayıp gerisini Otep'e bırakın. Yarın sınavda Otep'i soracaklar size zaten!

  • Sweet Tooth:
Şahsi kanaatimce albümün bombası, lokomotifi, şimendiferi, marşandizi, balı, kaymağı... Bir grubu sevme nedenim, hep yapmak istediğim şarkıları yapıyor olmaları ve bir şarkıyı sevme nedenim de hep yapmak istediğim şarkı olması. Sweet tooth gayet basit bir şarkı, ritmi doğru düzgün, vokali oturaklı, nerede ne zaman fırlayacağı belli.

Ama hepsi bu mu? Değil.
Klasik sınavda "Bateri insanın kanını nasıl çekebilir, nasıl iliklerini buzzz gibi edebilir?" gibi bir soru gelirse direk bu şarkıyı yazın. Cep telefonlarınızın kısa mesaj bölümüne "Ruhunuzu kör bıçakla kanırta kanırta oymasını istediğiniz şarkı cebinize gelsin" önerisinin cevabı olarak bu şarkıyı yazıp yollayın. İsveçli bilim adamları bu şarkı ile "Distortionla istenmeyen tüylere son, kulak pasına son, kalp çarpıntısına son" versin.

Daha da birşey demiyorum.

  • Smash The Control Machine
İşte proleteryayı ayaklandıran, aynı zamanda single'ın da yapıldığı parça.
Ayrıca ilk klip de buna çekildi. Şarkıdan önce klibe de dikkati çekmekte yarar var. Çünkü Otep ilk defa bu kadar "clean", bu kadar temiz, anlaşılır, net! İlk defa yüzünü bu kadar tertemiz (eh), üstünü başını adam akıllı (gerçekten), hareketlerini derli toplu (ehuehue) görüyoruz. Görüntüler de özel gözlüklerle izlenildiği zaman 3D etkisi verecek şekilde çekilmiş gibi ama gözlüksüzken de o his geliyor.

Adından tahmin edileceği gibi, klipte de eleştiri ve hakaret görüyoruz. İçi jilet gibi çarklarla dolu kapalı bir kutu içerisinde hapsolan ve narin orta barnahlarını, saniyeler önce salladığı Amerika bayrağına ithaf eden Otep, elinde beyzbol sopasıyla sağa sola meydan okuyor, hareket çekiyor.Arasıra Amerikan gençliği içerisinde ezilip giden güzel bir dilber arz-ı endam eğliyor. En nihayetinde klip, bu kontrol mekanızmasının mavi ekran vermesiyle nihayete eriyor.

Otep'in daha önce hiç kullanmadığı bir ses efekti olarak "kalabalığa hitap eden lider" efekti pek çok yerde kullanılmış ve şarkıya da gayet uymuş. Otep'in vokalini ve grubunu çok çok iyileştirdiğinin anlaşıldığı parçalardan. Zaten gariptir ilk defa bir albüm sonrası grup üyelerini değiştirmeden bir başka albüme geçmiş ve bu yüzden şarkıların çoğunda önceki albümün tınıları var.

  • Head of Medusa
Klasik bir Otep şarkısı. Gece yarısı saat 12'yi vuran eski rakkaslı saatler gibi bir bass girişi, yırtan ama çok fazla sarsmayan vokal, sakin ara sözler, kopan ritm. İlk bakışta sanki geçen albüm için yapılmış ama albüme konulmamış bir şarkı gibi geldi bana.

  • Numb & Dumb
Ritm olarak biraz "Sweet Tooth" u andırıyor. Ama bu onun daha serti ve bateri de nakaratlar dışında daha az baskın.

Şarkıda adı gibi gerçekten bir uyuşma hali sezilebiliyor; bunu şarkının sonundaki saniyeler süren seslerden de anlayabiliyorsunuz. Ve nakaratlar, yakalandığı ağdan kurtulmaya çalışan bir balık gibi.

  • Oh, So Surreal
Yine bu albüme özgü olduğunu hissettiren parçalardan. Şarkı genel olarak yavaş ve çocuk kaçırmaya çalışan bir psikopatın tekerlemesi gibi bir havası var.

Hele bitişi tam bir şımarık çocuk havası , "şekerimi vermezsen tenasül organını keserim" dermiş gibi.

  • Run for Cover
T.R.I.C. diye bir şarkı duymuş muydunuz? Otep'in şarkısıydı. Rap vokali de gayet güzel yapabileceğinin göstergesiydi. Bildik rapçilerin birbirilerine Diss atarkenki yapmacık öfkelerden değil de gerçekten birilerine öfkelendiğini hissedebiliyordunuz.

Eee? Ne olmuş yani?
Hiç canım, "Run For Cover"in ondan tek farkının ritmi ve sözleri olduğunu söyleyecektim.

Ha ama gaz mıdır?
Hemi de Aygaz!

  • Kisses & Kerosene
Oleeey, yuppiii, yaşasııınn!!!
Otep albümlerinin en sevdiğim tarafı, şarkıları şöyle bir kenara bırakıp, fonda ha patladı ha gümbürdeyecek gibi her an kopmaya hazır fakat kendi içinde anlamlı bir enstruman hengamesi varken Otep'in gelip kısa kısa, bir kaç kelimelik cümlelerle birşeyler anlatması ve yeni şarkıya geçmesidir.

Burada da bundan vazgeçmemiş.
Yalnız eskiden daha fazla yapıyordu bunu, hatta ilk albümü "Sevas Tra"nın yarısı böyle şarkılardan oluşuyordu, bu albümde bunu sadece bir kere yapmış.

Başka yapan bir grup, sanatçı, aktör, pilot, kasap görmedim. Tamamen Otep'e özgü!

  • Unveiled
Az önceki şarkımsı ses topluluğu, işi bu şarkıya bağladı. Lakin bunda da pek bir şarkı havası algılayamadık.

House of Secrets albümündeki "Gutter > Autopsy Song" geçişini ve parçaların kendilerini hatırladınız mı? İşte onların arada edinilen tecrübelerle bu yeni albüme aktarılmışı gibi düşünün.

Yada düşünmeyin, direk dinleyin.
Çünkü "Smash the Control Machine"in gerçekten kendine özgü, yepyeni bir tarzı var.

  • UR A WMN NOW
Hayır, kız arkadaşıma mesaj atmıyorum, msn'deki birbirinden çeşitli hatun çeşnime (!) de gıpraşım göndermiyorum. Albümde adı böyle yazıyor işte, napiim yani?

"You are a woman now" yazın, güzel İngilizcemizi koruyun diyorum ama anlatamıyorum. Bu akılla daha siz gider "merhaba" yerine "mrb" da yazarsınız, kimbilir daha neler de yaparsınız, sonra "-de"nin hal eki olduğu zaman mı yoksa "bile" anlamıyla kullanıldığı zaman mı ayrı yazılacağı hakkında birbirinize girersiniz...

Neyse efendim ne diyorduk?
Dilimiz, dimağmız iflas ediyorduk bu şarkı karşısında.
Çünkü Otep'in ilk defa "Perfectly Flawed" adlı şarkısıyla denemiş olduğu ballad okuma olayı burada da karşımıza çıkıyor.

Üstelik bu seferki tam ballad, böyle arasıra distorşın yapan gitarlar da girmiyor.
Hatta modernize etme adına sadece bass var, onun dışında viyola, keman, piyano...

Müthiş sakin, müthiş duygulu hatta... Böyle bir albümden, hatta vokalden beklenmeyecek kadar hemde!

Britney's Pears adlı popostrofobinin "I'm not a girl, not yet a woman" diye bir şarkısı vardı. Henüz sözlerini tam kavrayamamış olsam da konu olarak ona yakın birşeyler olabilir ama bu şarkı bir Otep şarkısı!

Halen şoktayım.
Bu kadar hafif, duygulu, su gibi tertemiz bir şarkı beklemiyordum!

  • Serv Asat
Eeeh ama, Bismillah deyip gelin be kızım. Az önceki ipek gibi şarkıyı bitirip hemen bir öfke krizine girmek gerekiyor muydu yani?

Bu albüme özgü, farklı bir söz yazım stili denemiş Otep, bu belli.
Bu şarkı da bunun bariz örneklerinden biri.

Sözlerde tek vuruşluk ritm kaybederek mısra sonunu ritmi yakalayacak bir mezurla tekrar düzeltme gibi bir özelliği var nakaratında. Hassas kulaklar hemen yakalayacaktır.

Bu arada ben bu şarkının anlamını evirdim çevirdim çözemedim.

İlk defa "Sevas Tra" albümünde görmüştüm de "Art Saves"in tersten yazılışı olduğu çözmem iki yılımı almıştı.

Ama bu Serv Asat tersten de okuyunca anlamsız, düzden de okuyunca anlamsız..

Başta hazır böyle isyandan, direnişten falan girmişken, acaba Serv kelimesi de "Serf", yani feodal şövalyeye bağlı köylü gibi bir anlam mı içeriyor acaba demeden edemedim.

Sonradan anladığımız vech ile bu da "Art Saves"in farklı yazılış şekillerindenmiş, öğrendik, müeddep olduk.


  • Where The River Ends
Sweet Tooth'tan sonraki ikinci favorim.
Genellikle "şarkı söylemek"ten ziyade "şarkı okumak" gibi bir tarzı tercih eden Otep hanım kızım bu şarkının nakaratını hem scream yaparak hem melodiye uyarak söylüyor.

Dediğim gibi, geçen albümdeki kendini geliştirme işini, bu albümde fesfeci ilerlettirttirtmiş.

Ayrıca şarkı boyunca sürekli bir "sitar" tonu var ki bu da ayrıca bir "abooowww" faktörü oldu benim için. Hatta birazdan Anoushka Shankar çıkacak, Hindular "Hari Oum" diye mantralar okuyacak falan da zannetmedim değil hani.

Bu arada ilk dinlediğimde rahmetli Barış Manço'nun "Nick the Chopper" şarkısıyla feci bir benzerlik de kurdum, ama alakası yoktur muhtemelen.

  • I Remember:
Korku filmlerinde beni en çok korkutan anlardan biri de monoton, hızlı ve git gide yükselen bir sesle sürekli aynı kelimenin söylenmesidir.

İşte bu şarkı da aynı böyle.

Allah'tan Hidden Track yapmışsın bunu be Otep. Korktum annecim korktum, tamam, altıma itina ile ettirdin. Şimdi aralarda psikopat psikopat kahkahalar da at, tam olsun.

Aferim onu da yaptın, oldu olacak şarkının ortasında fısıltılara geç ki az sonra çok feci kopacağını zannederek iyicene gerilim olayım.

Ah ne güzel ne güzel, bir de bütün bu işkenceyi aralarda uğultulu çığlıklar atarak 8 dakikaya yay ki kalbime insin, tam olsun.

-----------------

Albüm bitti, afiyet olsun...
(^_^)

-----------------

Yırt be anam babam, yırt be yiğidim, yırt be aslanım, batsın bu dünya...