Acısıyla tatlısıyla nice dizileri bitirdik.
Eskilerin yerinin dolmaması bir yana, yenilerini de eskittik, eskitecek yeni yeniler de ediniyoruz.
Bir İkinci Bahar vardı sahi, sonra Hayat Bilgisi...
Bitmek bilmeyen ve sıkıcı gelsin gelmesin izlemek zorunda hissettiğimiz Bizimkiler, ardından onların yaz versiyonu Yazlıkçılar.
Bir Kurtuluş vardı hatta.
Hele de Küçük Ağa!!!
Sırf o Küçük Ağa için Akşehir Tren İstasyonu yanında bir ev edinmek istiyorum.
Benim gibi eski kafalı bir insana yabancı dizi dediğiniz zamanlarda bile ağzından duyacağınız isimler Aşk Gemisi'dir, Dallas'tır, Bonanza'dır, hatta Köklerdir.
Kökler'de Kunta Kinte'nin ve onun neslinin hayatını izledikten sonra hakikaten bazı zencilere pis zenci diyesim geliyor. Dizi değil o, başka birşey...
Yani hiç öyle Lost ile, Prison Break ile gelmeyin bana, hadi onlarla gelin gelecekseniz ama asla ve de kat'a Twilight demeyin!
Modernizm 80 The City izlemek, kadın dünyasının nabzını tutmak Sepete Doldurulmuş Ev Kadınlarını izleyemek olmamalı bence!...
Onların en umutsuz, en Desperayt halleri bile benim 43 sene çalışan anacağızımın emeklilik ikramiyesini solda sıfır bırakır fakirliktedir; en sıkıntılı zamanlarında takıldıkları eğlenceler tanıdığım en açık görüşlü insanı bile oha falan eder; en ev kadını halleri bile yine benim memleketimde cumhurleydisinden daha fazla sükse yapar...
Ha seven seviyordur.
Zaten kimsenin sevgisine zerre kadar laf etmem.
Kendimi zevksizlikle suçlarım ama asla demem bunu.
Lakin bir Halit Ziya Uşaklıgil'in Ölümsüz Romanından Aşk-ı Memnu atlattık ülkece ya...
Bihterin Kanlı Göğüslerinde kan fetişizmini tattık aylarca meraktan pörtlemiş gözlerimizle.
Sarışın bir Behlül'ün kederden, esmer, kavruk bir oğlana dönüşmesine şahit olduk!
En son 30 sene önce Kadir İnanır'ın polisiye bir filminde görmüştük bu tek gecede saç rengi değişmesi olayını. (Orada saç beyazlaşıyordu ama)
Kolay mı ya!
Üstelik gayet de izledik, gayet de tatmin olduk, hiç birbirimizi kandırmayalım şimdi. Ayıla bayıla, amaaan çok banaaağl, ufff çok sıkıcııı, amaaan romanla alakası yok diye diye bal gibi de izledik, çay gibi de izledik.
İhtiyacımız var çünkü iyi niyetleri suistimal edilen bir insanın ne denli azaplar içerisinde kıvrandıp sonunda dimdik ayağa kalkabileceğini görmeye.
Tamam, Adnan Bey'in boynuz çatalları Ortadoğu ve Balkanları bile aştı ama olsun, yine de kendimizi onun yerine koymayı sevdik.
------------------------------
Zaten biz sevdik ki bu denli etkili oldu, klasik bir tabirle onları biz yarattık.
Misal bir Sinekli Bakkal da vardı bir ara, iki bölüm sonra yayından kalktı.
Onu seven biz değildi, bendim.
Şemsi İnkaya'nın şerrrrrrefsiz baba rolünden sıkılmıştı millet.
Her ne kadar Sinekli Bakkal gibi bir eser bundan çok daha fazla şey ihtiva etse de.
Sonra Rasim Öztekin'in bir Suç Dosyası vardı.
O da 4-5 bölüm dayanbildi.
Hatta itiraf edeyim, o diziyi sırf, şu bir zamanlar Digiturk reklamlarında "Merhaba ben karşı komşunuz maarve, digitürk'te bir film izliyordum ama çok korktum, elimi tutsanız da beraber izlesek" diyen Yonca Oskay hatrına izliyordum. Dizide adli tabipti ama benim gönlümün de tabibiydi gıyaben :)
Bak işte olmayınca olmuyor demekki
Daha nice nice örnekler var böyle.
Papaz her zaman pilav yemiyor işte. Bir orijinalitesi olması gerekiyor, hatta bazen fazla orijinal olunca da beğenilmiyor, klişelere zorunlu olarak bulaşması da gerekiyor.
------------------------------
Veeee klişe deyince huzurlarınıza ben deniz geliyorum ve size klişe bir dizi nasıl olur ve nasıl bu klişeliğe rağmen onu yayınlayan kanalı kurulduğu günden beri tek başına ayakta tutar, anlatmak istiyorum.
Söz konusu hassasiyetlere gelince hiç eleştirel olmak istemiyorum, eleştireceksem de işin müdavimleri dışında pek anlaşılmayacak kalıplar ve isimler kullanmak istiyorum.
En başında eleştirel olmak istemiyorum ben, ne haddime bir kere...
Ama insan gördüklerini paylaşmak istiyor bir yerde, bu bireysel kişinin sizinle birşeyler konuşma ihtiyacı var okuyuşkancığım :)
O sebeple herşeyi bir kenara bırakalım, tüm ideolojilerimizi dışarıdaki vestiyere emanet edelim, (merak etmeyin çıkarken sapasağlam geri alacaksınız, zaten buraya ideolojiyle girmek yasak, içeride dövüyoruz) tüm anlayışsızlıklarımızı kapıdaki güvenliğe imza karşılığı verelim ve güçlü olduğu sürece üstüne dağlar gelse bile tınmayacak inançlarımızı kolumuza takarak bir bardak soğuk limonata içmeye girelim.
------------------------------
Racon değil kafa kesen dizileri, vatan düşmanı zannedilebileceğimiz veya topuklarımıza sıkılabileceği endişesiyle eleştirmekten korkuyoruz; bu nedenle seyirci kitlesinin daha mülayim, daha müsamahakar olduğuna kanaat getirebildiğimiz bir kanalın tüm dizilerini topluca irdeleme cesareti göstermiş bulunuyoruz, yoksa başımıza bir iş gelmeyecekse biz bazı dizileri sevmiyoruz!
- Çok yoğun bir, "aslında bu olaylar her gün oluyor, yani gerçekler. Hatta bu gösterdiğimiz sahneler gerçek bir olaydan alındı, valla bak"zorlaması vardır. Yani seyirci olayların kurgu olduğunu hissederse diziye ve kanala olan güvenini kaybedecek gibi bir yükümlülük hissedilir.
- Şimdi efendim bir kere bu dizilerde konu kötülerin iyilerle çarpışması ve sonuçta iyilerin kazanmasıdır. Kötüler ya ceza çekerek ve kötü olarak diziden ayrılırlar yada yine en başta cezalarını çekerek ve sonuçta iyi tarafa geçerek sona ulaşırlar, böylece herkes kazanır. İyiler zaten iyi oldukları için her halükarda kazanır.
- İyi taraftaki olsun, kötü taraftaki olsun, tüm karakterler amaçlarına erişirler. Sonunda işleri bozulur veya bozulmaz ama illaki herkes en az bir kere amacına erişir.
Misal:
Kötü kadın, o adamı karısından boşatmak mı istiyor? Hoop bir iki son derece ucuz plan ve tadaaa; herif boşandı!
Birine Soğukluk Büyüsü (!?) mü yaptıracaksın? O büyü muhakkak tutar, isterse sahte üfürükçü olsun, hatta genellikle sahte üfürükçüdür o kişi, sonunda polis gelir tutuklar falan, ama onun yaptığı büyüler bile tutar, tutar yani...
Üniversiteye mi hazırlanıyorsun? Muhakkak kazanırsın abicim. İster devlet okulunda, ister terk edilmiş bir köyün tek göz okulunda eğitim almış ol, muhakkak kazanılır o üniversite. Bu senin için iyidir veya kötüdür ama bil ki kazanıldı o meret.
- İyiler ya anneleriyle birlikte yaşar ya da sinirleri ameliyatla alınmış zannedilecek kadar sükunet içerisindeki ev arkadaşlarıyla. Kötüler ise illaki anne ve babalarıyla yaşar, baba da %80 yatalaktır.
- Esas eve ya gelin gelen tüm kızlar istisnasız şirrettir, kem gözlüdür; yada gelinen o evdeki kaynana şirrettir, kem gözlüdür. Esas evden gelin giden tüm kızlar zavallıdır, eziktir, pollyannadır ve gidilen evde muhakkak kahpe bir görümce, o yoksa yine kazanda kaynayasıca bir kaynana vardır. Baba veya kayınpeder durumundakilerle damat veya içgüveyi durumdaki kişiler genellikle masumdur.
- Herşeyin cezası bu dünyada görülür. Kimsenin ahı yerde kalmaz. Üstelik ah sahibi kişinin önünde gerçekleşir tüm olan bitenler. Ah sahibi kişi daima tevazu sahibidir, bu yüzden açıktan değil bıyık altından gülümseyerek başını sallar "yaa, işte böyle" der, hatta genellikle demez, üstüne bir de üzülür.
- Türkü veya ilahi dışında herhangi bir türden müzik dinleyen herkes kötüdür. Genellikle pop, rap veya metal dinlenir. Telif hakkı olayına girmemek için midir nedir daima enstrumental parçalar çalar, şarkı sözü pek duyulmaz. Hatta bir keresinde çok aradığım bir enstrumental Personal Jesus remix'i duymuştum, sadece "reach out and touch faith" kısmı sözlüydü. (Bilen, duyan, gören varsa bir elleşin, Türkçe sözlerle komik birşeyler yapmak niyetindeyim, karaoke kralı olucam, Ajdar'a da vurucam kırbacı bu vesileyle..)
- Hareketli müzik dinleyen tüm kadın karakterler "konsomatris"tir ve barlarda yaşarlar, erkekler ise henüz iyi tarafı tamamen yitirmemiş karakterlerdir. Elbetteki azıcık bile sertlik içeren tüm müzikler kötü, onları dinleyen ve es kaza siyah giyinen tüm karakterler "satanist"tir. O kadar değersizlerdir ki filmin sonunda onlara değinilmez bile, onlar kendi aralarında sonsuza kadar kötü tarafta yitip gitmeye mahkum olurlar. Tabii ana karakter olmadıkları sürece! Ana karakter eğer rock veya metal müzik dinleyen bir satanist ise, muhakkak sonunda doğru bulur ve zorunluymuşçasına ney veya saz çalmaya başlar. İstisnasızdır.
- Ney çalan tüm karakterler dünyanın sırlarına vakıftır. Hele Mevlevîlik söz konusu olduğunda, semazen olmak isteyen herkes öbür gün 99 kere çark atmaya, yani dönmeye başlayabilir.
- Kötü alışkanlıklara ilk sefede adapte olunur ve hemen havaya girilir. Hayatında ilk defa eline şırınga alan bir kişi kendi başına eroin uygulayabilir, ilk defa sigara içen biri öksürmek dışında herşeyi doğru yapar, ilk defa içki içen biri de ne alakaysa yine öksürür ve sabah uyandığında sadece başı ağrır.
- Geliri yüksek olan herkes kirli para sahibidir. Bugüne kadar şahit olduğum hiçbir sahnede temiz zengin görmedim. Temizse bile ilerleyen zamanlarda karı dırdırı olsun, para hırsı olsun, cozutur. Hiçbir para sahibi kişi dizinin sonunda ihya olamaz.
- Kötü karakterler eğer bir iş yerinde çalışıyorsa muhakkak o iş yerinin başına bir iş gelir, kaçarı yoktur. İyiler asla bir iş yerinde çalışmazlar, çalışsalar bile abartı derecede küçük esnaftırlar ve kendi dükkanlarında taş çatlasa bir çırak ile idare ederler. Ne çare ki kötü karakterin kötülük oranına göre o dükkanın da başına bir iş gelir. Neticede iş yerleri lanetlidir ve filmin sonuna erişemezler.
- Başı açık kızlar kötüdür. Sadece bir dizinin bir bölümü hariç, ki sırf bu özelliği yüzünden kayda bile almak istedim. İnternette epey bir araştırdım, bulamadım (no-rapid piliiz)
Sansürden geçireyim adını. Hmm... "Kaçıncı Soyut?" adlı bir diziydi. Kız kişi ailesine rağmen esasen gayet dindardı, erkek arkadaşı da genç bir imamdı (!) 23-25 yaşlarında falandılar. Nasıl tanışıp mercimeği fırına vermeye başladılar orasını kaçırdım.
Derken efendim bu kız, sırf erkek arkadaşı olan imamın inancını test etmek için annesinin başını açtırmaya çalışıyordu. Sonunda "bir kızın lafıyla annesinin inançlarına hakaret eden senin gibi biriyle birlikte olamam" diye terk ediyordu bizim imam efendiyi.
- Dediğimiz gibi, başı açık tüm kızlar kötüdür. Başta hem başı açık hem de iyi tarafta gözükenlerin ise aileleri kötüdür ve sonunda o kızlarını da kötü yaparlar. Neticede kötüdürler.
- Aileleriyle yaşadıkları sürece, ailesi kötü kendisi iyi olan kadın karakterler sonunda ailelerine uyarlar, erkek karakterler iyiyse iyi, kötüyse kötü olmaya devam ederler ama genellikle dayanamaz ve kötü yola saparlar.
- İyi taraftakilerin isimleri genellikle dini çağrışımlar yapan isimlerdir; Salih, Rıza, Abdullah, Ayşegül, Fatma, Zübeyde, Rabia ... Kötü taraftakiler ise daha popülize isimlere sahiptir; Deniz, Berkay, Cenk, Oktay, Okşan, Semra, Aslı... Kötü taraftakiler filmin sonunda iyi tarafa geçeceklerse, yani senaryoda bu öngörülmüşse dizi boyunca o karakterlerin adı pek zikredilmez!
- Söz konusu millî birlik-beraberlik falan ise illaki ama illaki bir Rojat ve bir Berfin bulunur. Amet ve Ayşe gibi klasik isimlerdir bunlar, kesinlikle Rojat ve Berfin vardır. Başka isimler de verilmez, illlaaaki Rojan Rojat Rojda / Berf, Berfin, Berfo... Ah tabii bir de poşu...
- Kötüler alayına kötüdür, genellikle maksatsız yere kötülük yaparlar. Onları kötülüğe iten belli birşey olması şart değildir. Ama genellikle iyiliğe karşılık kötülük yaparlar, iyi niyetli kaynanalarını, saçlarını süpürge eden annelerini sevmezler. İyiler ise serde iyilik olduğundan iyidirler ve zaman zaman bundan bıkıp, kötü tarafa geçebilirler. İyi tarafta olmalarının ekranda görünür sebebi anne babalarının da iyi olması, yani zaten iyi bir aileden geliyor olmasıdır. Ama ailenin iyi olması evladın iyi olmasının garantisi değildir.
- Evlatları iyi olan anneler kötü olmaya, evlatları kötü olan anneler iyi olmaya mahkumdurlar. Bu kuralı kısmen de olsa tek bir karakterde bozarak orijinalliği sağlayan bir dizileri de vardır lakin.
Hmmm... Sansür, Sansür-Sen, Hatojhiri Sansürisan...
"Aklını Heba Et" diye bir diziydi, (o kadar uydurabildim:) )
Ama onda bile evlat kişi zamanında şerefsiz, düzenbaz ve asidir, sonradan ne olduysa yola gelmiştir; anne ise evladın asiliği zamanlarında iyidir, artık daha da iyidir.
- Kötülerin hatalarını anlayıp iyi tarafa geçme ihtimali çok düşüktür ve genellikle kötü olarak ölürler; iyilerin yoldan çıkma ihtimali daha yüksektir.
- İyiler asla gülmez, en fazla gülümserler. Kötüler diyaframdan gülerler, çok ucuz espirilerde camları titretirler ve her espiride muhakkak birilerini ezmek zorundadırlar.
- Sanatçıların ilk işi dini eleştirmek, tanrının varlığını sorgulamaktır, ya tamamen inkar etmek ya da varlığını her fırsatta dile getirmektir. Sanatın hangi dalıyla uğraştıkları pek önemli değildir. Ama inkar eden sanatçılar genellikle heykeltraşlık, ressamlık, şarkıcılık, tiyatroculuk, şairlik gibi Avrupaî sanatlar icra ederler, varlığını kabul edenler multi enstrumanistler örneğin hem ney, hem saz, hem tambur çalmayı bilenler, gazelhanlar, mevlidhanlar, ebru sanatçıları, kumaş boyamacıları ve ahşap işçileridir.
Son olarak bayanlar, baylar;
- Türkiye'nin batısında tek şehir İstanbul, İstanbul'un tek semti Fatih'tir.
- Avrupadaki tek ülke Almanya, tek şehri Berlin'dir, belki ayda yılda bir de Frankfurt'tur.
- Batıdaki en büyük ülke Amerika, tek şehri New York'tur.
- Batı, "malesef" kötüdür ama birgün çok iyi olacaktır.
- Doğu taraftaki tüm ülkeler mükemmeldir, harikadır, orada asla başınıza bir iş gelmez.
- Esasen Türkiye'nin doğusundaki şehirlerde de başınıza bir iş gelmez, herkes cana yakın ve hoşgürlü insanlardır, başlarına bir iş gelen kişiler halka saygısızlıkları yüzünden bunları yaşamışlardır. Teröristler, bilhassa adı zikredilmeyerek taraf oluşturulmamaya özen gösterilen (!)
PKKüyeleri, sevgi ve bilgiye aç insanlardır, etkileyici tek bir cümle söyleyerek terörden vazgeçirebilirsiniz. TSK da bundan feyz almalıdır!
------------------------------
Partiden ayrılmadan önce yine nacizane birkaç süper yorumda daha bulunarak sizi ilim ve irfan denizimde alabora etmek niyetindeyim.
2002 yılında arkadaşımın kıytırık telefon kamerasıyla, kıytırık senaryolar ve kıytırık ortamlarla kıytırık filmler çekmeye başlamıştık.
Zamanla ışığın, kameranın, daha sonra kadrajın, hatta f değerinin ne olduğunu öğrenmiştik.
Gün geldi, sabahın köründe sokak lambasından gelen ışığı nasıl yakamoz gibi göstereceğimizi çözebilecek kadar da kendi çapımızda deneyim sahibi olduk.
Şimdi gözümüze çarpan ilk objeyi nasıl daha güzel ışıklandırabiliriz ve onu ne kadar daha değişik işlerde kullanabiliriz derdindeyiz.
Tüm bu işler bizi iki dakika eğlendirmekten ve yine aynı iki dakikada cüzdanımızı boşaltmaktan başka da bir işe yaramıyor.
Tabii bir de şu tarafı var;
Yönetmeninin, sırf masraf olmasın diye kayınçosunun köy evini, masraf olmasın diye baldızının arabasını, masraf olmasın diye konu komşusunu kullandığı, uğruna da hatrı sayılır miktarda paralar döktüğü, üstüne bilumum kontrat ve anlaşma imzaladığı bu yere yere yerden yere vurduğum dizimsiler, bir kanalı 9, öbür kanalı 13 yıldır ayakta tutmayı başarıyor.
İzleniyor.
Hiç kimse izlemese bile, nasıl olduğu muamma bir şekilde kendi sadık izleyici kitlesine sahip oluyor ve izleniyor.
Üstelik sırf "güneşsiz" diyemedi diye konservatuara alınmayan birinin gözlerinin içine baka baka, artikülasyonun içine turp sıka sıka, balgam söktürücü k harfiyle aklı sıra şive yapa yapa, anlı şanlı usta oyuncu payesi kazanıyor.
Hatta ona bile gerek kalmıyor, 15 dakika menşur olayım da isterlerse araya yastık niyetine beni koysunlar, diyenler de çıkıyor.
Sonuçta ortalık diziden ve oyuncudan geçilmiyor.
2009 yılında, sırf ulusal yayın olarak gösterime giren dizilerin sayısının 293 (küsüratlı söyleyeyim de salladığım anlaşılmasın) olduğunu biliyor muydunuz?
Peki, Vildan Atasever'e Aşkı- Memnu'daki için Nihal karakteri için teklif götürüldüğünü, fakat Vildan'ın "bu dizinin geleceği yok" diyerek teklifi reddettiğini?
Baykal Kent 'in "yahu iş istiyorum iş, dilencilik etmiyorum. Şu an kanallarda oynayan yüzlerce diziden bir tanesinde de bir Baykal Kent'e rol yok mu" diye hüngür hüngür, iki gözü iki çeşme ağladığını?
Vatan ve millet uğruna kafa kesen, yoksulları korumak için topuk sıkan, devletin bekası için mafyalık yapan masum Polat Alemdar efendimizi canlandıran, inanılmaz etkileyici oyunculuk sahibi Necati Şaşmaz ağa babamızın, turizm işletmecisi olduğunu ve bu diziden önce hiçbir oyunculuk deneyimi olmadığını?
------------------------------
Hasılı efendim bunlar ilginç şeylerdir.
3 cm kalınlığındaki geniş ekran dünyamıza sığdırdığımız hayatlar son derece acımasız, götürüsü getirisinden bin kat fazla ve inadına cazibe doludur.
"Dal Sökümü"nün yeni bölümünde Şah Rıza Bey'e inen inmenin tez vakitte kalkması dileğiyle...
Ve aynı bağlamda Firdevsk hanıma inen nüzulün de hiç kalkmaması dileğiyle.
Bizi izlemeye devam edin,
Sevgiyle kalın efendim.
(^_^)
------------------------------
Adnan Witherboynuuz efendinin yüz ifadesi her şeyi özetlemektedir.
Amma bir de oyunculuk moyunculuk, yastık mastık, rol icabı mol icabı derken
malı götüren bir Beren Saat vardır vesselam...
0 Yormuyorum:
Yorum Gönder