Önce girizgah;
3. bölümüne bile gelmişken halen Cemaziyülevvel'in ne olduğunu açıklamadım ya... Aşkolsun bana!
Şimdi efendim (Bagunuz, Çok Güzel Hareketler ve Eser Yenerler'in alışkanlık haline gelmiş "Evet Sayın Seyirciler" girişi)
Vazgeçtim...
Şimdi efemmedim!
Heh!!!
Devlet-i Âli zamanında (Osmanlı yönetiminde demenin artistik yolu) günümüz Türkiyesinde de olduğu gibi genel kullanımdaki takvim yılı ile malî işler için kullanılan malî takvim yılı birbirilerinden ayrıymış. Sadece miladları değil, ay adları da ayrıymış. Bu malî yılın aylarının adların da biri de, bu mevzu bahis Cemaziyülevvel imiş.
Birşeyden evvel yada birşeyin evvelincisi işte, anlamını sallayın :))
- Hikayenin 1. versiyonu:
Şimdi efendim (bak yine!) o zamanın devlet dairelerinde çalışan iki arkadaş varmış. Bunların yedikleri içtikleri birmiş, fakirlikten gelme, iki yakın arkadaşlarmış. Öyle ki bir tanesinin giyecek iç donu bile yokmuş.
Birgün bu iç donsuz arkadaş, Cemaziyülevvel ayının bohça bohça evraklarının konulduğu, üzerinde de kocaman Cemaziyülevvel yazan bir çuvalı araklayıp kesmiş biçmiş, o fakirlikte kendine bir iç çamaşırı yapmış.
Fakat o zamanlarda "hey adamım bak, koluma 6546798 tane jilet attım, leğen kemiğime de ay lav yu satan dövmesi yaptırdım" demek gibi bir adet olmadığı için, öteki arkadaşının bundan haberi olmamış.
Lakin sonralarda ellerine geçen iki kuruşla, bu arkadaşlar hamama gitmişler ve don yoksunu arkadaş tam üstünü çıkartırken öteki eleman bu Cemaziyülevvel çuvalından bozma iç donunu görerek, arkadaşının fakirliğine daha fazla üzülmüş.
Gel zaman git zaman, bu iki elemandan Cemaziyülevvel marka don giyeninin (Calvin Klein yoktu o zamanlar, naapsın?) başına talih kuşu pislemiş, işleri açılmış, parayı gırlamış, dövizi kurlamış ve yümyüksek makamlara terfi etmiş.
Öteki salak mı, fırsat değerlendirme özürlüsü mü yoksa sadece bahtsız mı olduğu bilinmeyen arkadaşı ise hâlâ aynı fakirmiş, hâlâ aynı fakirmiş. Ve bir gün acil bir iş için paraya ihtiyaç duyup bu yümyüksek makamlara terfi eden arkadaşından yardım istemeye gitmiş.
Paranın gözleri kör ettiği kanunundan hareketle bu Before_of_Cemaz nickli arkadaş, elbetteki eski arkadaşını tanımamamamamazlıktan gelmiş ve daha çirkini, odacısına da bu ne idüğü belürsüz adamı içeri almamasını tembih etmiş.
Bu, bizim zavallının çok zoruna gitmiş ve dillere pelesenk olacak o menşur lafını söylemiş:
- Bana baksın o adam, banaa!!! Kendini bir halt zannetmesin, ben onun taaa içinin Cemaziyülevvelini bilirim!!!
- Hikayenin 2. versiyonu:
Yine takvim adlandırması, yine aylar, yıllar, maliye, muhasebe, defter, 100 Kasa Hesabı, Şüpheli Alacaklar, Avucunu Yalayacaklar vs vs vs...
Efendim hikayemizin bu ikinci versiyonunda da yine işin ucunu namussuzluğa dayandıran bir maliyeci var!
Ki Osmanlı zamanında maliyecilerin bu kadar uçarı olduklarını da şimdi farkettim, nedense...
Duyun-u Umumiye çilesinin halka yansıma şekline veriyorum artık!
Bu arada biliyorsunuz Duyun-u Umumiye futbolcularda görülen ateşli bir prostat hastalığıdır.
Neysem;
Tarıma dayalı ekonomik sistemin uygulama sonuçlarından biri olarak, haliyle vergiler de tarım ürünü olarak toplanırmış (sanki siz anlamıyordunuz bunu, bak iyi ki açıkladım).
Her ayın vergisi de, o ayın adının yazılı olduğu bir çuvala doldurulurmuş.
İşte hikayemizin kahramanı maliyeci (yeminli, yeminsiz, serbest, bağımlı, hapçı, torbacı, tinerci) de burada devreye giriyormuş.
Bazı aylarda toplanan bazı vergileri, modern tabirle cebellezi, post-modern tabirle indiragandi yapıyor ve şahsi deposunda saklıyormuş.
Bu böööyle devam ediyormuş.
Lakin her köy meydanında illaki yapılan dedikodu, bu köyde de eksik olmuyormuş ve bizim maliyecinin yediği hurmaların, yakında üç harfli bir uzvu tırmalayacağının da belirtisiymiş bu.
Derken üç beş emekçi, ezilmiş gururun devrimci yoldaşı, proleterya veya ne bileyim işte bizim Mimmet Ağa ve Saz Aakideşleri bu maliyecinin deposuna gizli saklı girip işin üç yüzünü iyi bi kuucalayıveemişlee.
Depoda çuval çuval tahıl varmış.
Bilin bakalım çuvalların üstünde ne yazıyormuş?
Cemaziyülevveeeellllll!!!
Hiç tahmin eder miydiniz?
Benim aklıma gelmezdi açıkçası, ilginçsüel!?
O günden sonra herifin iç yüzü anlaşılmış ve ne zaman köyde biriyle muhabbet etmeye gelse, devlet işinden, haktan hukuktan laf etse;
- Boşgeç Üseyin Çavuuuş, biz senin Cemaziyülevvel'ini de biliriiiik...
diyerek terslemekten beter ederlermiiişşş...
-----------------------
Eveeet şimdi bu güzel hikayelerden ne ders çıkarttınız sevgili minikler?
Biz de derslerimize çalışarak ülkemize yararlı bir evlat olmalıyız, sütümüzü yemeli, ıspanak içmeli ve yatmadan önce mutlaka dişlerimizi çıkartmalıyııııızzzzz.
Aferiiiiiinnnnnn...
Şimdi Syrano arkadaşımız bize Cemaziyülevvelini göstericeeek...
- Hadi göster Syrano!
- Göstertiyim öörtmeniiim...
-----------------------
* İlkokulu bitirinceye kadar Anıtkabir'i mağazalar zinciri gibi, birincisi ikincisi olan bir yer zannediyordum. Anıtka 1, Anıtka 2, Anıtka 3... Hele züper Türkçe aksanlarıyla TRT muhabirlerinin, hece düşmesina riayet ederek "Anıtkabre, Anıtkabrin" demeleri, bende bu inancı daha da güçlendirerek "Hmm... Demekki en ünlüsü Atatürk'ün olduğu için onu numaralandırmıyorlar, direk Anıtka diyorlar" diye düşünmeme sebep oluyordu. İşin aslını öğrendiğimde çok ama çok utanmış, dahası bunca yıldır nasıl böyle algıladığımı düşünerek kendime kızmıştım.
* Güvercinleri, serçelerin büyümüş halleri zannederdim. Yani o hayvanları başta serçe olarak görüyoruz, sonra zamanla ebatları falan değişiyor, tüyleri grileşiyor ve güvercin oluyorlar... Civcivlerin bir süre sonra tavuk veya horoza dönüşmelerini çok sık gözlemlediğim için, o serçelerin de ömürleri boyunca öyle bir damlacık kalamayacaklarına kanaat getirmiştim herhalde.
* Fazla değil 4-5 sene öncesine kadar, çevremde Dürzü'nün şerefsiz değil de İslam kökenli fakat zamanla ondan bağlarını tamamen koparmış bir inanç olduğunu, Deyyus'un kafir değil namus kaygısı taşımayan kişi olduğunu bilen tek kişi olduğumu öğrenmek, bende acccayip bir entellektüel kimlik uyandırmıştı ki öyle böyle değil.(Bu arada bir cümlede 3 kere olmaktan söz ettim, waoww...)
* "Bir damlacık taş suda batıyor da neden koskoca gemiler batmıyor" sorunusunu sorduğum zaman ilkokul 3'teydim. 4. sınıfı hiç göremeyeceğimi sanıyordum. Hayır, hayır zeka seviyemin M.E.B. müfredatının çok üzerinde olmasından dolayı okula ihtiyaç duymamam değildi durum. Öğretmenim bu soruyu sorduğumu okul müdürüne, müdür de aileme iletmiş. Annem okula geldiğinde müdürle feci şekilde tartıştıklarını hatırlıyorum. O yüzden ikinci sefer babamla gelmişlerdi. Tartışmanın bir kısmında "çocuğunuzu biz davet etmedik, alın gidin o zaman" ve "saçma sapan uğraşlar" gibi birşeyler duyduğumu hatırlıyorum.
* Size de gelir miydi bilmiyorum ama bir zamanlar Eurobilmemne bilmemne diye bir firmanın ürün broşüleri, hem de böyle hiç üye olmadığınız halde tamamen sizin adınıza özel bir mektupla kapınıza kadar getiriliyordu. O zamanlar için üstün teknoloji ürünü gibi görülen, günümüzdeki 500000$ değil, sadece 499999$ saçmalığıyla bezeli, her türden ürün reklamları vardı. Okumayı yeni sökmüş olmanın heyecanıyla önüme ne gelirse okurdum. Şimdi sesli okumak şöyle dursun, yolda görsem başımı çevireceğim bir kitap tanıtımı vardı: "Bir Seksoloğun Yatakta Yaptıkları"... Anlamı hakkında hiçbir fikrim olmadığı gibi, kapak resmi hakkında da hiçbirşey hissetmiyordum. Fakat babamın o son derece net, mükemmel şekilde açıklayıcı cevabını unutamam: "Şimdi, psikoloji ilmiyle ilgilenenlere psikolog dendiği gibi, seks ilmiyle ilgilenenlere de seksolog deniyor. Onlar ve onların yaptıklarıyla ilgili bilgiler var burada..." Benim verdiğim cevabı da hatırlıyorum: "Hmm.. Peki babacığım..." Tabu mabu anlamam ben abi! Ne seks, ne seksoloji, ne de herhangi bir cinsel kavram; o gün yüzüme anlaşılır ve açıklayıcı bir cevap değil 5 kardeşin 5'i bir yerdesi de gelebilirdi. Buna rağmen ben bugün ne haldeysem, yine o halde olmayı da başarabilirdim. Demekki insanın içinde olacakmış biraz da!
* Yazdığım her 10 mail'den 8'i, 3 sms'den 2'si, daha yazılırken vazgeçilmek suretiyle tarihe gömülüyor. Yüz yüze konuşmaya olan inancım dolayı, belki karşı taraf yanlış anlar, hatta hiç anlamaz diye kelimeleri cımbızla seçiyor, sonuna muhakkak cümleyle uygun smiley (Sımayl, similii, :) vs...) koymaya çalışıyorum. Dolayısıyla karşı taraf iki kelimeyle derdini anlatabilse bile, benim her cümlem bir roman oluyor, zavallı karşı tarafın okumaktan gözleri, anlamaya çalışmaktan beyni yoruluyor. İşin kötüsü yine kısa bir cevap gelince "yok yok demek istediğimi anlamadı herhalde" veya "bu sefer nasıl cevap yazsam ki" diyerek daha fazla panik oluyorum ve yanıt sürem daha da uzuyor. Bu durum bana sınav saatini soran arkadaşlar için de geçerliydi, hiçbir zorunluluğu olmadığı halde büyük bir içtenlikle doğum günümü kutlayan arkadaşım için de, mallık ilmini icra eden malolog için de, yanlış numaraya mesaj atan Roxana için de... Bu arada Roxana'nın telefonu hakikaten Bulgaristan operatörlüydü... Türkçe bilen bir Roxana, enteğesağnn!!!
* İzlerini bulmaya çalıştığım bazı arkadaşlarım var, doğal olarak arama ortamı da facebook (Sima kitabı). O kişi olduğunu tahmin ettiklerime uzun uzadıya bir mesaj döşeniyorum. Ayda yılda bir bile olsa bazen cevap veren çıkıyor ya, cevap gelmezse de içten içe kendime kızıyorum "zaten senin neyine bee, anılarmış bilmemneymiş pehhh" diye... Bunun bir beden büyüğü de, profilini yakından takibe aldığım birinin, her yeniden bakışımda daha da az sayfasının görülebilir olması. "Belki sadece tesadüftür, adamın/madamın zaten gizleyesi vardı resimlerini, profilini falan, ben öyle denk geldim" diyorum ama bu o kadar sık olunca anca züğürt tesellisi yaptığımı düşünüyorum. Hayır bari dese "ne giriyon lan pırofaylıma lavuk" diye, vallahi içim daha rahat olacak! En azından bileceğim ki, aradığım kişi o değil. Profiline, Türk olamayacak, hatta dünyadan bile olamayacak kadar ohannes derece fiziğe sahip dişi kişi resmi koyanlara zaten bir tek sen değil, bir tek ben değil, alem sinir oluyor! Ama kardeşceğizim, madem mahremiyetine bu kadar düşkünsün, internet denen samanlıkta senin ne işin var o zaman? Nerede face, nerede book... Facelessbook bu resmen!!!
* Bu duygumdan her ne kadar emin olamasam da, sanırım yaşça benden küçük veya yaşı bana çok yakın ünlülere sebepli sebepsiz gıcık oluyorum. Mantığı nedir onu da bilmiyorum ama oluyorum işte.Bastırılmış kıskançlık diyeceğim ama birşeyi bastırdığım da yok ki!
* Bu aralar bir görüşe katıldığımı belirtmek için hep kinaye yapıyorum. Özellikle dikkat ettim, hem de epey abartıyorum bazen. Layk diz:
- Ne biçim özgürlük, ne biçim eşitlik bu böyle?
- Aaa hiç olur mu canım, demokrasinin gereği bu, olacak!
- Eee abi, hani maaşlara zam yapacaktı bunlar?
- Yaparlar canııım, bekle, acelen ne?
Hani ne bileyim, birgün biri çıkıp da "dalga mı geçiyon lan benlen, iğtoğluiğt" diye girişirse "aa hiç dalga geçer miyim canııım, sen dalga geçilecek adam mısın hiç, cık cık cık" cevabını veririm diye korkuyorum :))
* Bilgisayar oyunları da insanların karakterleri hakkında fikir verirmiş. Strateji oyunlarında, hele de savaşlı, mavaşlı olanlarında hep aynı şeyi yapıyorum. Savaşmak yerine incik boncuk toplamakla uğraşıyorum. Tanklara, piyadelere isimler veriyorum, herbirine kafamdan bir anı yazıyorum, mümkün olduğu yerlerde Barbie bebek oynar gibi, askerlerle ilgileniyorum. Emin olmadan asla saldırmıyorum; karşımda düşmanın iki askeri veya kıytırık bi meyve bıçağı varsa bile benim ordumu daha da güçlendirmeden asla... Piyadeler, tanklar, onları koruyacak piyadeler, onları koruyacak tanklar; destek verecek toplar, topları koruyacak piyadeler, piyadeleri koruyacak toplar; hepsini koruyacak uçaklar, uçakları koruyacak uçaklar, onları koruyacak uçaksavarlar, uçaksavarları koruyacak piyadeler vs vs vs... Eh haliyle savaşası falan gelmiyor insanın, o kadar masrafı yapacağıma gider 10'dan alır 9'a satar, sürümden köşeyi dönerim, savaşmadan sevişirim diyorum.
* Askerdeyken de böyle davrandığımı düşünsenize. Komutan malum uzvunu yırtıyor "lan saldırsanaaaaaa eşşooolleeeşşeeyykk" diye, "olmaz komutanım, karşı tarafta düşman var, düşmanın silahı var, silahın mermisi var, o mermi adam öldürüyor, sonra ben ölüyorum, ölünce de bir daha kimseyi öldüremiyorum, kantır sıtrayk değil bu haliyle..." Nefes filmindeki "sen ölürsen, herkes ölür" konuşmasını, "komutanım bağırmayın, yoksa çığ düşecek, hakikaten hepimiz ölecez falan yaani" diye kesen bir salak olsaydı, o kesin ben olurdum.
* Şimdi buradan kendimi hazır hissetmeme veya kendime güvenmeme veya ihtiyatın cılkını çıkartma gibi özellikler mi tespit edeyim, yoksa savaşmak bana göre değil mi deyim, hiç olmadı bilgisayar başında adam öldürme muhasebesine mi gireyim bilemiyorum. Bekara avrat boşaması hep kolay olmuştur zaten!
* Kadın dergisi almıyorum, erkek dergisi de almıyorum, binaenaleyh, ben zaten dergi almıyorum. Amaaaa... Şu "hangi falan filansınız, sevgiliniz en çok hangi iç organınızı yemek istiyor, aldatılıyor musunuz, aldatıyor musunuz, ergenlikten çıkıp gerginliğe girdiniz mi, hani siz bilmiyorsunuzdur biz söyleyelim daha önce hiç vattırıyla vızzırı yaptınız mı, kız arkadaşınızın kusmuğundan karakter tahlili" tarzı testlere bayılıyorum abiii!! Nasıl bir istektir, nasıl bir ihtiyaçtır bilmiyorum gördüğüm yerde sarılıyorum kağıda kaleme. Saçma olduklarını, sadece makaradan, kukaradan ibaret olduklarını bildiğim halde! Cevapları diğer sayfalarla kapatmaya çalışıyorum hatta, görmeyim de tam süpriz olsun diye. Hayır KPSS'ye veya iş mülakatına falan giriyorum sanki!.. En çok da hiç denemediğim veya bende mevcut olmayan şeylerle ilgili testler; amaç "ya olsaydı" merakını gidermek. Aklımda kalan sonuçlardan bazıları:
- Çok tutkulu öpüşüyormuşum. (Bir de ben görseydim)
- Yatakta çok asilmişim, mümkün olsa, hizmetçilerime emredecekmişim de onlar benim yerime şaapıcaklarmış. (Param olsa gider, kıçıma Cemaziyülevvel donu alırdım ama, hizmetçi bile tutmuşum, bak sen! Tamam üşengeç dedik ama o kadar da değil yani :) )
- Önceki hayatımda 1700'lerde Mısır'da yaşamış Fransız bir şarap üreticisiymişim. Büyük bir aşkla evlendikten sonra öldürülmüşüm ve karım ve gizli saklı şiirlerimi bulup bir kitap haline getirtmiş. (Kesin Omar Sherrif'în atalarından biriydim abi. Gençliğine çok benziyorum zaten. Yarın gidip bir ifadesini alayım bizim oğlanın. Hatuna da yazıklar olsun, ne diye kurcalıyorsa şiirlerimi!)
- İçimdeki ikinci insan (hamile miyim lan yoksa??) büyük bir lidermiş, el attığı her işi halleden, insanları peşinden sürükleyen, çığır açan biriymiş (Zaten Fransız kökenliymişim, kesin Napolyon'dur o, parayı kırdık abicimmm!!)
- Aşk-ı Memnuda Adnan Bey (Kahretsin) Kurtlar Vadisinde Ömer Baba (uykum geldi) Yaprak Dökümünde Leyla (yok artık Mecnun!!!) karakteriymişim.
- Hangi devrimcisinizde Lev Troçki (İstanbul'a sürgüne geldiydi ama o zaman ben yoktum), Hangi dikdatörsünüzde Oliveira Salazar (Troçki'den Salazar'a, bravo), Hangi padişahsınızda IV. Murat (eh...) olmakla taltif edildim.
- Hangi organsınız diyordu, böbrek çıktım. (Neye binaen böbrek dedi anlamadım, umarım idrarla bir ilgisi yoktur)
- Hangi hayvansınızda su samuru çıktım, çünkü "vahşi, girişken, duyusal ve oyunbaz"mışım (Bak sen, kırmızı iç çamaşırı da giydim mi tam olucak desene, ver kırbacı ver kırbacı...)
- En sevdiğim meyva portakalmış (Sağolun be, mahcup oldum şimdi)
- Kız arkadaşımın bende en beğenmediği özellik çok susmammış, ayrıca çok içime kapanıkmışım. (Doğru, hatta onunla hiç konuşmuyorum, yüzüne bile bakmıyorum, onu "yok" saydığımı söyleyecek kadar ileri gidebilirim hatta!! Evet, kötü bir insanım ben!)
-----------------------
İşte böyle muhteren okuyanım,
3. seferde de halen tam olarak neye benzediğimi ifade edemedim sana. Neyse, hayat uzun, daha yaşayacak çok şey, girilecek çok kılık var.
Bakarsın bir gün biz de birbirimizin Cemaziyülevvel'ine tanık oluruz :))
Sevgiyle kalasıca seniii...
(^_^)
-----------------------
Zaten gelecek milenyumda yaşam bir sonraki evreye geçecek ve artık bedene ihtiyaç duymayacakmışız, derimizi de çıkartırız artık :)
0 Yormuyorum:
Yorum Gönder