Hanım ağalarım, bey ağalarım;
Sakız denilince sizin de aklınıza ilk Tipitip, şeftali kokulu Turbo ve içinden futbolcu kartları çıkan, ağıza atınca kireç tabakası gibi paramparça olan ama çiğnedikçe pamuk helvaya dönüşen adı sanı bilinmedik şeyler geliyorsa,
Susam Sokağı'ndaki Edi'nin gece gece Büdü'yü fıtık etme pahasına "Seviyor Musun Beni Büdü" diye şarkılar, türküler yakmasını hâlâ gülerek anıyorsanız,
Televizyon atarisi denilen, "evinize koooşun, ateriyle coooşun" gibi son derece zekice bir sloganla satılan siyah renkli kutu, hayatınıza Mario, Street Fighter, Pac-Man, Boomberman gibi isimleri bir daha hiç çıkmamacasına dahil ettiyse,
Darkwing Duck'ın mor pelerin altından "ben geceleri uçan terörüm" diyerek sahneye giriş yapmasını; "Kaptan Mağara Adamı geliyor anacııııım" diye bağıran elemanın başından ayaklarına bütün vücudu saran sakallarının içinden, o an artık fildir, bazukadır, biftektir, meşaledir neye ihtiyacı varsa çıkartmasını, heyecanla izlediyseniz,
Yani eğer siz de, 1980'lerin sonunda - 1990'ların başında çocuk olanlar tabirini çıkartmakla gerçekten çok güzel bir tespit yapan meçhul arkadaşın belirttiği zaman aralığına uyuyorsanız,
Tebrikler!
Millennium çocuklarının (küfür eder gibi oldu biraz) asla sahip olamayacağı hazlara, ucundan kıyısından, son dakikada ulaşabilen ender insanlardansınız.
Herkesin olduğu gibi benim de Bireysel çocuksuluklarım vardı tabii...
Sovyetler Birliği çöktü, koskoca sistem çöktü, bakalım şimdi ne olacak dediklerinde, televizyondan dev gibi kırmızı bir şeyin düşeceğini ve tüm evimizi kaplayacağını zannederek televizyondan korkmaya başlamıştım.
I. Körfez Savaşı olduğunda bakkal amcalar bizi "evinize gitmezseniz Saddam sizi de bombalaycak" diye korkuturlardı, hatta kafam kadar büyüklükteki yerli salatalıkları "Saddamın füzeleri bunlaaaaarrrr, geaaaaa geaaaaa" sattıkları için pazara gitmeye de tırsardım...
O zamanlar şimdiki gibi harb etme merakımızı giderecek bir Age of Empires'ımız, bir Cossacks'ımız, efendime söyleyim bir Company of Heroes'umuz yoktu.
Call of Duty'miz de yoktu ki bol bol Nazici avlayayım...
Ama onların feriştahlarının bile yerini tutamayacağı bir uğraşımız vardı!
Birine kafa göz dalarken hiç yumruuuuk, silleeee, depiiiiik diye yaptığı hareketleri yüksek sesle duyurma ihtiyacı hisseden var mıdır bilmiyorum.
Benim bildiğim, dövülen kişinin annesi, bacısı veya ebesi hakkındaki samimi temenniler dile getiriliyor hep kavga esnasında!
Ama bu özel uğraşımız sayesinde, dilimizde olmayan, aslında dilimize geçtiği gibi de olmayan, fakat dilimize pelesenk olan bir sürü hareket kazandık!
Aduuuuuket vardı mesela, onun bir beden büyüğü oryuuuket, en nihayetinde de en büyüğü olan dep dep duuuuuket!
Jilet atan sarışın adam, sonra Komutan Uçan Tekme! (Hatta şimdi "Komutan Uçan Tekme" adında, eski Türk filmi müziklerine metalik coverler yapan bir grup bile var.)
Adam dövmekten hoşlanan kız arkadaşlarımız için de vardı birşeyler.
Mesela yep yep yep ve onun daha azametlisi helikopter...
Bilenler çoktan mevzuyu anladı, gerçi bilmeyeni var mı şüpheliyim ama yine de mevzuyu muallakta bırakmayalım efendim:
Street Fighter'dır olayımız!
-------------------------------
Ben İlkokul 3'teyken babamın, şehir dışından gece yarısı gelişinde bana sabah süprizi diye getirdiği MicroGenius'u daha kapıda görüp hem süprizi, hem de uykuyu kaçırmam ardından ilk keşfettiğim oyun buydu.
Şimdi versiyonu neydi, teknik özellikleri neydi tam olarak bilemiyorum, çünkü hiçbir oyun kasetindeki Street Fighter diğerini tutmuyordu.
Bilgisayarla da hayli geç tanışan biri olduğum için DOS sürümleridir, disketlisidir, hiçbir olayıyla tanışık değilim.
Lakin o basit, taş devri teknolojili hali bile, 2009 yılında çıkan 4. sürümünden daha fazla heyecanlandırmıştır beni.
-------------------------------
Öncelikle olayın bir hikaye kısmı var. Yani öyle durduk yerden bir kavga çıkmadı!
Şimdi efendim Shadoloo adında, liderliğini M. Bison'un üstlendiği, ki Türkiye'de Komutan Uçan Tekme olarak bilinir, bir suç örgütü var.
İşte olanca haşmetiyle M. Bison.
* Paten kayar gibi ilerler.
*Elektrikli bir yumruğu vardır.
* Havada matkap gibi dönüp aynı zamanda elektrik de saçar.
* Acayip çevik bir hamleyle bir anda rakibin tepesine biner ve başka bir yere fırlatır.
Tabii bu Bison efendinin dünyayı ele geçirmek gibi dahiyane fikirleri de var, öyle incikle boncukla uğraşmıyor yani...
Nükleer bir ortamda oluşan bir dizi kaza sonucu insanüstü (ama übermensch değil) güçlere kavuşunca da artık alayına isyan bir varlık oluyor ve dünyadaki diğer kendi gibi dövüş konusunda allame-i cihan kişileri toplayarak kirli emellerine alet ediyor.
Tayland'dan Sagat, Amerikalı boksör Balrog ve her ne kadar kötü tarafta olsa da maskesine ve metal pençelerine güller adadığım İspanyol Vega, bu kötücül adamın safında yer buluyor.
Elbetteki dünyayı komünizm, diktatörlük, nükleer savaş, üst kattaki gürültücü komşu vb bilumum kötülükten korumak için and içmiş Amerika, burada da boş durmuyor ve kendi en iyi dövüşçülerini, Colonel William Guile öncülüğünde salıveriyor.
* Albay Guile.
* Bu kadar propoganda bir Amerikalı olmasaydın seni severdim Albayım, kusura kalma!
* Bu kadar propoganda bir Amerikalı olmasaydın seni severdim Albayım, kusura kalma!
* Türkçemize "Aleks Puuu" olarak da geçmiş, "Sonic Boom" adında ve şeklen Boomerang'ı andıran, jiletsi şeyler fırlatır.
* Baş aşağı dönerek tekme atar. Çok acayip ve estetikten uzak bir hamledir. Ayıptır!
Her Amerikalı gibi, Guile'ın elemanları da aralarında birbirinden seksi kızlar ve karizmatik erkekler olan erotik dövüşçülerdir. Kötü tarafın ayı gibi, öküz gibi, kaba-saba elemanlarına karşı (Vega hariç, gerçi o da kendine aşık bir narsist ya neyse) zarif, çevik ve barışçıllardır. Hatta kötü taraftan iyiye transfer olan, hak yolu gören elemanlardır.
Guile'ın astlarından olup, kot don giyen Cammy, tarot meraklısı Rose, eskiden bir Rus güreşçisiyken M. Bison'a katılan, fakat sonradan yine Shadoloo örgütünde hizmet verirken işin iç yüzünü görüp resti çeken Dee Jay adındaki Capoeira'cı gibi iyi tarafa geçen Zangief...
Tabii bir de kendi şahsi hesaplaşmaları yüzünden bu kavgaya dahil olanlar var...
Misal Ryu (Türkçede Raayu) adlı karizmatik ve yalnız ağabeyimiz.
Üvey olduğunu bilmediği babasını, daha o küçükken öldürüyorlar, bacısını dağa kaldırıyorlar. E adam doğal olarak kendini intikama veriyor ve Üstad Gouken Akşam Sanat Okuluna yazılıyor. Orada kendi içindeki şeytani gücü (Evil Ryu) kontrol etmeyi öğreniyor ve Aduuuket çekmek mevzuundan doktora yapıyor.
Ryu tarafından, Ken'e "çekilmekte" olan bir "aduuuuket".
*Hamlenin asıl Hadouken'dir. Japonca'da "Dalga Yumruğu" anlamına gelir.
*Chi adı verilen içsel enerjiyi ellerde yoğunlaştırarak rakibe fırlatma prensibine dayalı,
güzide bir harekettir.
Ken (Türkçesi Keyn, hatta belki Yurttaş Keyn), yine karizmatik ve fakat uçkuru çözük bir diğer ağabeyimizdir. Yetimdir ama dert etmez, Sezercik kompleksleri yoktur. Çünkü babasının uzaktan kayınçosu Üstad Gouken tarafından kuş sütü eksik edilmeden yetiştirilmektedir. Ryu'nun aduuket tekniklerine erişemediğinden kendi uzmanlık alanını oryuuuken olarak belirler.
Ken tarafından, Ryu'ya çekilmekte olan bir oryuuuken.
* Hareketin asıl adı Shoryuken'dir. Japonca'da "Yükselen Ejder Yumruğu" anlamına gelir.
* Türkçe okunuşu itibariyle, "are you Ken?" yani "sen de Ken misin ulan dingil"
gibi anlamlar çıkartmak mümkündür.
* İşin özü, düşmanın ne zaman üstünüze sıçrayacağını kestirmekte yatar.
Eğer zamanlamayı tutturabilirseniz, rakibin yere inip hamlesini tamamlamasına fırsat vermeden gökyüzüne petrol sondaj makinesi gibi yükselebilir, yere inene kadar rakibin canının yarısını götürebilirsiniz.
Aynı dojolarda dirsek çürüten Ken ve Ryu'nun arası, Gouken Usta'nın, Akuma adındaki bir dürzü (deyyus da olabilir) tarafından öldürülmesi üzerine açılır.
Çünkü ilerleyen günlerde anlayacağımız kadarıyla Akuma, Ryu'nun öz babası çıkar... (Yeşilçam, sen çok yaşa! Poposundaki fındık büyüklüğündeki ben sayesinde anladılar sanırım)
* Göz yaşartıcı bir baba-oğul karşılaşması ve fiziksel benzerlik hakikaten dikkat çekici.
* Japonların da dediği gibi; "Değer verirsen Akuma, gelir basar b*kuma"
* "Shun Goku Satsu" adında, bol alevli, yanarlı dönerli, fakat maalesef yapması çok zor olduğu için Türkçemizde yer edinememiş özel bir hamlesi vardır ki bu yüzden Akuma her zaman Secret karakter olarak kalmış, oyunda çözülecek bir şey kalmadığı zaman sırf eğlencesine oynamak için bekletilmiş bir karakter olmuştur.
Sonra bir de Chun-Li var.
Bilgisayar oyunları tarihinde, ilk oynanabilir kadın karakter olmak gibi bir özelliğinin yanında, tabiri caiz ise at gibi de bir hanım kızımızdır.
Benim böyle basenlerim olsaydı, sanırım asla klozet kullanamazdım.
Acını anlayabiliyorum Chun!
Babası M.Bison tarafından öldürüldüğü günden beri intikam peşinde koşmakta ve adım adım zafere yaklaşmaktadır.
Basenlerindeki bu aşırı derece genişlik sayesinde Yep Yep Yep (ben süper bacak diyordum küçükken) hareketine, tepetaklak bir şekilde uzun süre boyunca helikopter gibi dönerek karşı tarafı sinir etme gücüne ve ekranın en kenarına gidip teee tepelere sıçrama gibi bir abukluğa sahiptir.
Chun-Li tarafından, M. Bison'a çekilmekte olan bir Yep Yep Yep.
* Her ne kadar kızcağız kendisini "Lightning Leg" diye yırtsa da Türkiye'de Yep Yep Yep denilen, bu bacak kası çatlatan tekniği asıl adı "Hyakuretsu Kyaku"dur.
* Bu da gerçi Mitsubishi Kriko gibi okunuyor, gel de çık işin içinden.
* Rakip o yakınlıkta size elleşmeden size ona elleşmeyi becerebilirseniz, o Yep Yep Yep hengamesi içinde rakibe epey bir zarar verebilirsiniz.
Bu liste uzaaar gider efendim.
Daha elektrik saçan yeşil yaratık Blanka, Bruce Lee bozması Fei Long, Kızılderililerin gururu T-Hawk... Niceleri var!
Dünyaya karşı hıncı olanlar, eşi dostu katledilenler, düzeni yıkmak isteyenler falan hemen gidip müsabakalara katılıyor işte böyle...
Hem belki böylesi daha iyidir!
Silahlara sarılıp, bombalara sarınıp kimleri öldürdüğünü bile bilmeden sözde direniş verileceğine, müsabakalara katılıp güzel güzel ağız burun kırmak hem daha adil, hem daha zevkli, hem de daha etkili.
-------------------------------
Derken efendim, bu savaşmayıp dövüşen arkadaşlarımız, 2009 yılında yepisyeni tasarımıyla ve hikayesiyle arz-ı cd rafı eyledi.
Hikaye, senaryo olarak varsayılan son olan, kötülerin yenilmesi ve M. Bison'un mapusane damlarına düşmesiyle noktalanan andan itibaren başlıyor.
S.I.N. adı altında, Shadoloo'dan daha cevval bir örgüt, tüm dünyadaki usta dövüşçüleri müsabaka yapma vaadiyle kaçırıp onların yeteneklerini çalıyor ve oyun sonu boss'u olarak karşımıza çıkacak olan (birazdan değineceğim, bundan sonra boss kavramını tekrar sorgulayacağız) Seth adlı, insan olmayan, karnında ying-yang topu olan şeyi yapmaya çalışıyorlar.
"2D mi daha iyidir, 3D mi" tartışması çok gerilerde kaldı, zira 2010 yılındayız ve kıytırık flash oyunlarında bile bir şekilde 3D'ye başvuruluyor, lakin seri oyunlardan çok azı 2D olduğu zamanlardaki kaliteyi tutturabiliyor.
Demekki olay, doyurucu içerikte.
Ha ama "bana ne kim kimin babasını kesmiş, eltisini biçmiş; ekran önümde patlayacak, o kanları yüzümde hissedicem kardeşim" diyenler de kendileri bilirler, netice de zevk meselesi. Ayrıca frenin ortada mı yoksa sağda mı olduğunu bile bilmeyen biri olarak Need for Speed görselliği, doyulmaz bir hazdır benim için....
Neyse canım, sonuçta Street Fighter serisinin ilk 3D oyunu da bu vesileyle ekranlarımızı şenlendirmiş oldu.
Aslında epey de iyi oldu.
Combo adını verdiğimiz, karakterlerin arka arkaya birkaç hareket yaptığı; Ultra-combo dediğimiz, karakterlerin yumruk atarken aslında bale yaptığı, ateşleri körüklediği, elektrikleri cazırdattığı, herbirinin kendine özgüsü olan hareketler yaptığı sırada, dövüş dövüşlükten çıkıyor.
Hemen o hareketi yapmak ve karşısına geçip izlemek istiyorsunuz...
Hareketlerin şiddetine göre, kamera bazen size, bazen rakibinize, bazen de hareketlerinize odaklanarak tam bir görsel şölen yaşatıyor. Hele o birazdan başına nelere geleceğini bilemeyen rakibin korku dolu yüz ifadesi inanılmaz oluyor.
Combo demişken...
Her dövüş oyununda genel bir yapı olarak siz rakibinize vurdukça dolan bir bar vardır. O doldukça siz daha fazla kudurur, kafa göz girer, sadistik çığlıklar atarsınız.
İşte bu yeni oyunda bir adım daha ileri gidilmiş ve "Revenge" ortaya çıkmış.
Bu da siz dayak yedikçe dolan bir bar ve full dolduğu zaman karakterinize özgü aşırı etkili, aşırı sanatsal, aşırı aşırı hareketler yapabiliyorsunuz.
Shoryuken hareketini daha fazla alevlendirip, göklere yüksele yüksele rakibinizi benzetebilir, hamleniz bittiğinde İstanbul'u kuş bakışı izleyebilir ve rakibinizin yere düşmesini beklerken Katsumoto Usta Sushi Ocağı'nda balık yemeğe gidebilirsiniz mesela.
Başkaaaa...
Her karakterin kendi hikayesi zaten vardı ama bunları oyun içerisinden çözüp de öğrenmek gibi bir durum yoktu. Artık var!
Örneğin oyuna yeni eklenen (ve benim favori karakterim olan) Crimson Viper adındaki afet dilberi seçtiğiniz zaman, önce bir video giriyor. Kapalı kapılar ardında, yüzlerinin sadece yarısı ışıklandırılmış iş adamları Crimson ile telefon görüşmesi yapıyorlar ve istediği dövüş aparatlarının gönderildiğini, görevinin Seth için gerekli olan özel bir dövüşçüyü yakalayıp getirmesi olduğunu söylüyorlar. Crimson da görevin zorluğundan dem vurup kendini iyi bir övüyor ve gökdelen vari evinde soyunup dökünüyor, özel kıyafetlerini, iş tulumlarını falan giyiyor ve müsabakalara gidiyor.
Crimson Viper!
* Ellerinde elektrikli eldivenler, ayaklarında alevli ayakkabılar var.
* Yönetmesi zor, çoğu karakterin yanında biraz hantal,
comboları da öyle çok etkili değil, açıkçası biraz zorlama bir karakter.
* Ama gönül bu işte...
Her karakter için farklı bir hikaye başlangıcı var, artık tek tek anlatıp tadını kaçırmayım.
Soonacığıma...
Bundan kelli her karakterin bir de özel "rival"i var ve boss'tan önce karşınıza çıkarak, tıpkı oyun başındaki gibi bir video daha girerek kısa bir film izletiyor. Gergin konuşmalar, göz korkutmalar...
Video bitip dövüş başlayınca da bu laf atmalar devam ediyor ve gerçekten çok iyi gaz veriyor oyuncuya; oyun oynamıyor, film izliyorsunuz sanki.
Crimson'dan başladım, oradan devam edeyim. Onun rival'i Chun-Li. Görevi de Chun-Li'yi kaçırıp Hyakuretsu Kyaku tekniğini, Seth için öğrenmek. (Yine birazdan değineceğim, senaryo icabı bu işte başarılı da olmuşuz, çünkü çok can sıkıcı bir durum oluyor, yeazz sonraaaa) Dövüşten hemen önce "Hmm... Demek S.I.N.'in yeni süperstar'ı sensin" diyor, zavallı Chun başına geleceklerden habersiz, "ne diyorsun sen ya, önce o eli bi indir hem" diyerek ayak yapmaya çalışıyor ama Crimson Viper hiç renk vermeden "kusura bakma ufaklık, bu kadar laf yeter, işimize bakalım diyerek" son ayarı veriyor.
Tabii onun rival'i olmanız bu dövüşün hiç de kolay olmayacağının da göstergesi. Çünkü tüm açıklarınızı ve yapabileceğiniz hareketleri biliyor ve hep ona göre karşılık veriyor.
Ardındaaaaaan...
Eski oyunları oynayan arkadaşlar, Çin mahallesini ve arkada sürekli tavuk kesen aşçıyı; hava üssünü ve oradaki sarışın pilot bağyanı, kiremitli dojoyu ve pagoda çatısına konan kargaları; hasılı çoğu dövüş mekanını hatırlayacaktır.
Bundan böyle rakibinize yeterli şiddetle daldığınız zaman, o çin mahallesindeki aşçının dengesini kaybederek düşmesini ve böylece tavuğu kaçırmasını sağlayabilecek; hava üssüne gelen kargo uçağının kanadını kırabilecek (maalesef o sarışın hatun gitmiş, hava üssü de Afrika'ya taşınmış, elleri AK-47'li zenciler var hep, tüh); dojonun kiremitlerini dağıtabilecek ve karga sürüsünü korkutup kaçırabilecek, hasılı dövüş alanıyla daha özgürce etkileşime girebileceksiniz.
Ben mesela, henüz o şiddetli sarsıntıları yapabilecek hamleleri pek çözemedim ama, Fransa'daki tarihi bir Distilasyon atölyesinde dövüşürken oradaki makinelerin kapaklarını patlatıp buharlar fışkırtmaya bayılıyorum. Bir keresinde de Balrog bana yapacağı ultra-combo'yu kaçırınca izleyicilerden birinin balkondan düşmesine neden oldu; adamcağız panikleyip kavgadan nasıl kaçacağını bilemedi, sonra koşa koşa yukarı tırmandı. Çok eğlenceli ayrıntılar bunlar...
Başka başkaaaaa bambaşkaaa...
Her karakter oyun başında iki farklı kıyafete ve kazanınca gösterebileceği bir zafer hareketine sahip. Yeni kıyafetler, sevinç şekilleri, hatta gizli karakterler, mekanlar açmak için ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz; ya oyunu çeşitli şekilllerde bitirmelisiniz yada cheats!
Örneğin Chun-Li'yi yürekler hopatan bir dekolteyle (hele bir kıyafetini gördüm, öyle böyle değil), Rose'u oryantal dansöz kostumüyle, Rufus'u şu rapçilerin giydiği kürk paltolarla oynamak mümkün. Hatta hangi karakter içindi unuttum ama, şu meşhur tüylü Pimp şapkalarından bile açabiliyoruz.
Sonraaaa...
Oyunda çözmesi en çok zaman alan şey, hareketler, yani combolar. Bir karakterin tuş kombinasyonu ötekini tutmuyor. Her combonun ilacı, bir başka karakterde var; onları çözmek, ezberlemek, en azından not almak çok zor.
Yalnız yeni karakterlere yer açmak için midir bilinmez ama bazı eski karakterlerin önemi düşürülmüş.
Örneğin tartışmasız en önemli karakterler olan Ryu ve Ken'in hamleleri, hem artık daha az etkili, hem de çeşidi azaltılmış. Rakibe sağlam bir aduuuket (hadouken) çekmek için gerçekten çok kasmalısınız. Ayrıca Ken'in Ryu üzerinde, medium ve üzeri zorluk seviyelerinde bariz üstünlüğü var.
Ama yeni karakterler de oyuna öyle çok fazla birşey katmıyor.
Örneğin Abel, Zangief'in Fransız versiyonu. Zangief'in rakibini bacakları arasına sıkıştırıp, havada bi iki döndertip kafa üstü yere çalma hareketini, Abel yerde yapıyor. Etkili vuruşlar için rakibin neredeyse ağzına girmek zorunda kalıyor. Ayrıca Abel, kardeşi Kabil tarafından katledilerek insanlık tarihinin ilk maktülü olarak bildiğimiz Habil'in ecnebilerce adlandırılışı.
Crimson Viper, her ne kadar kendisine aşık olsam da elektrik şokları sebebiyle Blanka'nın, ateş saldırıları nedeniyle de Dhalsim'in taklidi gibi. Rakibe etki edebilmek için en az onlar kadar yakın olmak zorunda ve verdikleri hasar da onlarınkinden daha fazla değil. Tek artısı, eğer rakibin size olan uzaklığını ve nerelerde havaya sıçrayacağını kestirebilirseniz acayip işinize yaracayak olan, dövüş alanında istediğiniz bir yerde patlamalar yapabilmesi. Zamanlamayı tutturduğunuz takdirde sürekli rakibin ayaklarının altında patlamalar yaratarak yerden kalkmasını önleyebilirsiniz.
Modelleme konusunda aşırı abartı yeni karakterimiz Rufus da yine Zangiefimsi bir eleman. Sadece bir fil kadar şişman, göbeği sürekli turta gibi titremekte ve o kiloya rağmen akıl almaz derecede kıvrak hareketler yapabilmekte. Okuduğuma göre en sevilmeyen Street Fighter karakteriymiş. Yazık...
Son olarak da El Fuerte var. Rey Mysterio'yu isim haklarından dolayı dava açmaya zorlarcasına taklit bir karakter. Oyunda, genellikle Vega sayesinde ulaşabildiğimiz çeviklik seviyesini solda sıfır bırakan, deli manyak hızlı ve aynı derecede çevik bir karakter. Bir de elinde tavayla dolaşmasa tam süper olacak ama ne yaparsın, aşçılıkla geçiniyormuş boş zamanlarında.
Abel.
* Haydi dövüşelim diyerek başlıyor.
*Üzgünüm yapmak zorundayım diyerek pataklıyor.
* Üzgün falan da değil ayrıca, serde Fransız kibarlığı var ya...
-----
Crimson Viper.
* Sahneye telefonla konuşarak giriyor, o bir iş kadını, meşgul biri!
* Benimle evleneceksin bir gün, bırakacaksın bu kavgayı, dövüşü!
* Sanalsan sanalını seviyorum ulan, napiim elimde değil!!!
* Kırimsınım benim, Vaypırım benim...
-----
Rufus.
* O kiloyla o hareketleri nasıl yapıyor anlamak imkansız.
* Gözümde, yozlaşmış Amerikan kültürünün obez bir örneğisin sen.
* Pis herif!
-----
El Fuerte.
* Kertenkele gibi bir türlü yakalanamamasını anlıyorum.
* Ama öyle aaaahuuu diye, hiya hiyaa ahhaaaa diye çığlıklar atmıyor muu...
* Bildiğin Speedy Gonzales işte!
Veee geldik dananın kuyruğunun koptuğu yereeeee...
Canlarım öncelikle şunu söyleyim;
Bu oyun zor değil.
Seth zor!
Bu adamı, bu, bu... Bu varlığı, yenemeyeceksiniz.
Hikaye olarak Tekken 6'daki Jack-6 karakterine, tip olarak da Watchmen'in Dr. Manhattan'ına benziyor. Tasarlanış amacı ise açık; dünyanın en güçlü savaş makinesi olmak!
Oyuncuyu bezdirmek uğruna olsa bile...
Bilgisayar oyunları arasında, modellenmiş en büyük boss olarak kabul ettiğim Serious Sam'in Mental'ine (sizin yaklaşık 36984756214 katcığınız büyüklükte bir yaratıktı) güç konusunda da, yenebilme zorluğu konusunda da taş çıkarttıran bir boss bu.
En kolay seviyede bile oynarken başınıza gelecek olanlar şunlar:
Vuramayacaksınız > Vuramayacaksınız > Siniriniz bozulacak > Bir an önce yenmek isteyeceksiniz > Vuramayacaksınız > Belki lutfederse ilk raundu size verecek > İkinci raundda kabuslarınıza bile girebilecek combolarla sizi haşata çevirecek > Oyunu kapatacaksınız...
Seth.
* Hiçbir genç kızın rüyası değil!
* S.I.N. örgütünün geliştirdiği, oyundaki çeşitli karakterlerin yeteneklerinin çalınması sonucu neredeyse her tekniğe hakim bir savaş makinesi. Sal bunu ortama, bak düşman kalıyor mu!
* M. Bison'un mapısaneye düşmesinin ardından neden Shadoloo'nun belini bir daha doğrultamadığına şaşmamalı.
Peki ama bu neden böyle?
Nedir bu herifi bu kadar dayanılmaz kılan?
Efendim, dediğimiz gibi bu ucube, süper güçleri olan bir insan değil, daha doğrusu insan değil ve diğer karakterlerin özelliklerinin modifiye hallerine sahip.
Örneğin Dhalsim gibi, kollarını, bacaklarını uzatarak kendisine yaklaşılmasını imkansız kılıyor, üstelik daha fazla hasar veriyor.
Oldu da havaya sıçradığınızı gördüyse M. Bison gibi anında yanınıza ışınlanıyor ve Zangief gibi bacakları arasında kıstırıp yere çalıyor.
Sıçradığınızı gördü ama sizi havada yakalayamadı. Sorun değil!
Siz daha yere inmeden Ken'in yaptığından çok daha fazla etkili ve uzun süreli bir Shoryuken yaparak tek seferde 30-35 darbe yemenize sebep oluyor.
Chun-Li'nin Hyakuretsu Kyaku (Yep Yep Yep) tekniğini bildiği için uygun gördüğü zamanlarda sizi tekme yağmurunun içine hapsediyor. Üstelik bu sefer Chun-Li'de olduğu gibi her tekmede birazcık savrularak o saldırıdan sıvışma gibi bir ihtimaliniz de yok, çünkü Seth'in karnındaki Ying-Yang dairesi sizi sürekli kendine çekiyor ve bu yüzden kaçamıyorsunuz.
Tabii kendine özgü sadistçe işkence teknikleri de var.
Gerçi bunları yapabilmesi için kendini biraz dövdürerek Revenge seviyesini aktif hale getirebilmesi lazım. Eğer o buna müsaade ederken onu yere serebilirseniz ne âlâ, yoksa kazanmayı unutun!
Kendi özel hamlelerinden birinde önce sizi bir donduruyor, sonra yavaş yavaş kendine çekip karın hizzasında bir yerlere kaldırarak fırlatıyor.
Bir ihtimal o esnada uygun tuş kombinasyonunu tutturabilirseniz reversal olup hamleden kurtulabilirsiniz, ama beceremezseniz kabus devam ediyor.
Önce girdap şeklinde bir portal açıyor, sonra girdabı git gide elleriyle küçülterek içine sizi (yani karakterinizi) çekiyor ve kendi içine hapsediyor, epey bir haldır huldur yoğurduktan sonra üç farklı kamera açısından bir top mermisi gibi ekrana fırlatılışınızı izliyorsunuz.
Böyle bir görüntüden sonra "aaayyy çok güzeldi, hadi bir daha yapalım" demek gibi bir şansınız olmuyor, çünkü inşaat duvarına yapışmış amele sümüğü gibi orada kalıyor ve ölüyorsunuz.
Herşeye rağmen bu gidişe bir son verebilmek elbette mümkün!
Fakat en azından 4-5 karakterin combo ve ultra-combo hareketlerine aşina olmalı, ne kadar bir sürede tamamlanacaklarını bilmeli ve Seth'in bunları yaparken verdiği açıkları çok iyi kollamalısınız. Çünkü karşımızda tek bir dövüşçüden ziyade, bir dövüşçü çorbası var.
-------------------------------
Oyunun tüm bu yönlerini saydık amma bir de "acaba bende çalışır mıııı" mevzuu var.
Donanımla ilgili gelişmeleri neredeyse hiç takip edemiyorum, zaten işler aldı başını yürüdü.
Ama sanırım 2007 yapımı olan, Intel Core2 Duo T5450, Nvidia 8400M GS, 2GB DDR2 gibi bir donanıma sahip, Acer Aspire 5720G laptopumda, oyunun default ayarlarının biraz altında kalacak şekilde tüm ayarları medium, çözünürlüğü de 1024x768 olarak ayarlayınca, hiç kasma olmadan, sadece normal oyun hızdan %25-30 kadar feragat ederek cillop gibi, bal gibi, çay gibi oynamaktayım. Default ayarlarda oyun o kadar yavaş oluyordu ki, süre 2 saniye geçmiş gibi gözüktüğü halde gerçekte 6 saniye geçmiş oluyordu.
Zaten oyun motoru 3D'ye ilk defa adapte edilmiş olmasına rağmen, yer yer eski usul kamera açıları ve hatta halen çaktırmadan 2D'de kalmaya devam eden bazı kaplamalar sayesinde neredeyse hiçbir kasma sorunu yaşanmıyor.
-------------------------------
Tabii dostlar bir de şu durum var ki, ben öyle dövüş oyunu hastası biri değilim. Yani Tekken ile Street Fighter arasıdaki farkları bilemem; King of Fighters mı daha iyidir, Soul Calibur mu daha evladır hiç anlamam.
Burada sadece çocukluğumu renklendiren güzel bir anımı yad etmiş olmanın zevkini sizlerle paylaşmaya çalıştım.
Zaten hayatımda hiç aduuuket de çekemedim ben, ama kısmetse bu sefer Crimson Viper üzerinde ihtisas yapmak istiyorum. Bir videoda alevli ayakkabılarıyla havada 7 defa takla attığını görmüştüm. Göktaşı düşer gibiydi, şahaneydi...
-------------------------------
Yazımızı bitirirken küçük okurlarımıza da yatmadan önce dişlerini fırçalamalarını hatırlatırız.
Unuttuğumuz, değinemediğimiz, gözümüzden kaçan daha pek çok ayrıntıdan ötürü affınıza sığınırız.
Her zaman olduğu gibi yine sevgiyle kalınız.
(^_^)
-------------------------------
Aile Tablosu
Dövüştüğümüze bakmayın, sevgi dolu bir aileyiz biz! Ha ama; Seth, senden nefret ediyorum! Hele Crimson Viper'a da el kaldırdın ya, ateşli bir kin besliyorum sana karşı!! |
7 Yormuyorum:
Offf street fighter dedin içim kabardı hulen :D nasıl canım çekti bi bilsen :(
Zamanında az mı joystick kırdık be abi, dimi :))))
Hem de nasıl ya :D
10 yıl ateri salonlarına takıldım çocukluğum oralarda geçti bu arada ken ryu akuma benim adamlarımdı..
Ahh ahh... Ben de sinir olurdum onlara herkes onlarla oynuyor diye, bir de aduuuket çekmeyi beceremezdim :)
Vega'yı severdim ben :)))
Rüzgar gibi hızlı ol,orman kadar sessiz ol,ateş gibi yürekli ol ,bir dag gibi saglam ol.Güçlü ol.
Wing Tsun, Amen :))
Yorum Gönder