Belki aranızda hatırlayan arkadaşlar vardır; bir zamanlar genellikle Türkiye Çocuk dergisinde "Ne İdi, Ne Oldu" diye bir karikatür serisi olurdu.
Bebekken legolarla evler yapan biri, büyüyünce belediyenin yıkım ekibinde; çocukken kedi besleyen biri, büyüyünce yine belediyenin köpek itlaf ekibinde falan bulurdu kendini.
Ben de mesela küçükken misketlerimi renklerine göre gruplar, onlarla askercilik oynardım. En düşük rütbe beyaz, en yüksek rütbe kırmızı, generaller de şu çivit mavisi renkte olan, kobalt dediğimiz türden ve ender bulunan, pahalı misketler olurdu.
Büyüdüm ama belediyenin dünya savaşı çıkartma ekibinde bulmadım kendimi. Onun yerine Cossacks'tır, Blitzkrieg'dir, Civilization'dur, artık savaş tiyatrosu hangi oyunları sunarsa onları oynar oldum.
Make no war, just play it gibisinden bir sloganı vardı oyunlardan birinin; ki çok takdir etmişimdir o sözü.
Savaş çıkarmayın, bakın sizin için bir oyun yaptık, gelin stresinizi burada atın, ülkeler yıkın, soylar kırın, emperyalizmler kurun, komünizmler yayın... Yeter ki dünyayı rahat bırakın!
--------------------------------
Çünkü efendim, şişede durduğu gibi durmuyor bu savaş. Bilhassa sarhoşluk evresi tam çileden çıkartıyor.
Bira gibi işetmesiyle meşhur bir içecek türü, pratik olarak ayakta işeyebilme yeteneğine sahip biz erkekler için hele, gerçekten tam başa bela oluyor.
İçtiğimden değil ama içenlerin tuvalet sefaları yüzünden pantolon kirletmişliğim, üç sokak ötedeki lokantanın tuvaletine kendimi zor atmışlığım var, oradan biliyorum.
Neyse ne diyorduk?
Savaş sarhoşluğu...
Evet, kötüdür; zira Machiavelli dayının dediği gibi, "savaş, siz istediğiniz zaman başlar ama siz istediğiniz zaman bitmez yeğeeeennnn."
--------------------------------
Aslında niyetim size savaşların şöyle kötü, böyle pis olduğunu anlatmak değil...
Tecavüzün gırla, kanın olukla, feryatların desibelle, göz yaşlarının litreyle ölçüldüğü böyle uçuk bir olayın iyi mi kötü mü olduğu tartışma götürmez zaten.
Hatta aslında niyetim, size savaşla ilgili herhangi birşey anlatmak da değil.
Şudur ki,
Geçenlerde rüyamda idam edildiğimi gördüğümden beri ölüm anlarına karşı duyduğum zaafiyet tavan yaptı.
Tavan yapan zaafım, işin ucunu idam sebeplerine, sebepler de işin evveliyatına götürdü.
Sonuç olarak karşıma, tam da "Ne İdi, Ne Oldu"luk bir şey çıktı.
--------------------------------
Bilim çevreleri "Kelebek Etkisi" diye açıklıyor. Dünyanın bir ucunda kanat çırpan bir kelebeğin yarattığı etki, tee zıkkımın kökünde bir yerdeki fırtınayı tetikliyormuş.
Bu bilimsel açıklamanın ardından size sevgili (!) kelebeği takdim etmek istiyorum.
Ne İdi?
Bosna'dan, 19 yaşındaki Gavrilo Princip sizi saygıyla selamlar.
Selam ver yavrum amcalara...
---
Kimi Etkiledi
Evlilikleri aileleri tarafından kesinlikle onaylanmayan,
1911 model Gräf-Stift arabasına binmekte olan genç çiftimiz,
Franz Ferdinand ve hamile eşi Sophie Maria Hohenberg.
Merhaba deyin çocuklar!
Heey, kimler gelmiiişşş!!!
Haydi ama, onları tanıyorsunuz.
Üst kattan komşumuz Romanovgiller.
Nikolas Amca, karısı Alexandra Teyze ve sevimli çocukları.
Gözlerime inanamıyorum, bu ne şeref!
Vahdettin Abi ve Başkadın Nazik Eda Hanım da burada.
Ayakta kalmayın efendim, şöyle geçin.
----
Ne İle Etkiledi
Browning M1910.
Gavrilo'nun kullandığı garip bir alet.
Sanki öldürmek için yapılmış, sanmıyorum.
---
Nasıl Etkiledi?
Hey Gavrilo lanet olsun adamım, o elindeki oyuncak değil.
Senin sorunun ne?
- Sıkı tutun kaçmasın!
- Abicim valla ben çalmadım. Çalsam nereme saklayacam o kadar baklavayı?
- Ne baklavası lan, Arşidük öldürdün sen!
- Arşiney? Abi ben Güllüoviç baklavacısındaydım.
- Bu silah neci ya?
- Bireysel silahlanmaya karşıyım ben abi, dünya savaşı çıkar Allah muhafaza!
- Tahmin et ;)
- Hasss$&!*#@...
---
Ne Oldu?
Franz - Sophie çiftimizin cenaze merasimi.
Fotoğrafta iki kişi olmasına rağmen cenaze üç kişiliktir.
Gavrilo'nun oyuncağından çıkan kurşun Franz'ın bedeninde başladığı yolculuğunu,
3 aylık hamile olan Sophie'nin rahminde sonlandırmış.
- İyi günler Yakov Amca, biz Romanov'lara bakmıştık?
- Geç kaldınız be yeğenim. Az önce bu odada kurşuna dizdim onları. Bak!
- Hadi ya, çay bardakları bizde kalmıştı da, vermeye geldiydik.
- Valla aşçılarını, üç uşaklarını ve köpeklerini de öldürdüm.
- Ay tüh, naapsak ki?
- Siz bana verin. Ben hallederim.
Gavrilo'dan aldığı ilhamla, Yakov Yurovsky diyor ki;
"Cinayet dolu bir günün ardından bir fincan çay gibisi yoktur."
- Vahdettin Abi, yapma ama şimdi.
- Bırak allasen ya.
-Abi Malta iyidir ya, niye bu kadar sorun ettin anlamadım.
- Mesele Malta değil! Çanakkale'ye geçilmez dedik ama toplarını yatak odama çevirmiş bu gemiler de neyin nesi?
- Abi "Biri Bizi Temaşa Ediyor" çekiyor arkadaşlar. Kazanana III. Meşrutiyet veriyoruz.
- Gidin işinize yaa... Alın ülke sizin olsun. Öyle bi beddua ettim ki arkanızdan, ne Musul meselesini çözebileceksiniz, ne Şeyh Sait İsyanı'nı. Burnunuzun dibindeki adaları da Yunanistan'a kaptıracaksınız ohhhh, canıma değsin!
- Ufff arkadaşlar alın şu haini tekneye!
--------------------------------
Size ne demiştim ben?
Bu meret şişede durduğu gibi durmuyor işte!
Bu çivisi çıkmış dünyada, siz ağız tadıyla birini öldüremiyorsunuz malesef! Bir kere kurşun sıkmaya görün, herşey çorap söküğü gibi geliyor, ardı arkası kesilmiyor. Sonra ver elini dünya savaşı!
Bir de bu kafayla Avrupa Birliğine girmeye çalışıyoruz.
Pes! Vallahi Pes!
--------------------------------
Onun için yatmadan evvel siz sevgili miniklere nacizane bir tavsiyem var:
Akıllı işaretlerin sevimli kahramanı Tele ekrana gelince...
Pardon :)
Yapacaklarınızın sonucunu düşünmeden hareket etmeyin. Bunu paranoyak olmak pahasına yapın.
Örneğin bana ateş etmeniz, öldürmeniz birşey ifade etmeyebilir. Ağlarsa bi anam ağlar, gerisi ninja kaplumbağalar...
Ama benim soyumdan gelecek birinin doğamamasına neden olabilirsiniz.
Eğer ölmeseydim iki çocuğum olacağını düşünün. Onların her birinin de iki çocuk sahibi olacağını. Etti mi 6?
Torunlarımın da kendi çocuk ve torunları olacağı gerçeği bir yana, belki 4. kuşaktan torunum AIDS'e veya ne bileyim, kansere çözüm bulacak biri olabilir.
Şimdi siz nice ocaklar söndüren bu hastalıklara bir tedavi bulunmasını engellemiş olmaz mısınız?
O yüzden beni öldürürken iyi düşünün.
Beni düşünmeyin.
Ama 4. kuşaktan torunumu düşünün. Eğer o da müsade ederse o zaman sorun yok. Gönül rahatlığıyla öldürebilirsiniz beni, gıkımı çıkartmam.
Yada en fazla gıkımı çıkartırım, o kadarcığını da çıkartayım ama lütfen. Bir insan 23 yılda kolay yetişmiyor efendiler!
--------------------------------
Sevgiyle kalmadan önce bir iki ilave daha yapmak istiyorum, bu kadarını borçluyum sanırım birilerine:
* Gavrilo için çocuk (napiim, cinayeti işlerken 19 yaşındaydı, Ogün Samast mı bu, Cem Garipoğlu mu) Ferdinand ve Sophie için genç çift, Romanovlar için komşu, Vahdettin için abi dememe kızabilecek bilumum Sırp, Alman, Rus ve Osmanlı arkadaşlardan özür diliyorum. Bu konuda bilhassa Osmanlılardan çekiniyorum, hatta gösterirlerse ürkebilirim.
* Ferdinand, gerçekten de hanedan tarafından onaylanmayan bir evlilik yapmış ve veliahtlıktan men edilmişti. Bu yüzden asla Avusturya-Macaristan İmparatoru olamayacaktı. Tek sorun, bu durumun bazılarının umurunda olmaması, sadece savaş çıkartmak istemesiydi. Bunu yapacak birini bulmak hiç zor olmadı; 19 yaşında, kimsenin umursamayacağı, genç bir aşırı milliyetçi!
* Osmanlı Devleti Rusların umurunda değildi, Rus İmparatorluğu da Osmanlıların. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da hem bu iki ülkeyle, hem de Balkanlarla ilgilenmiyordu. Hatta savaş sever resmî tarihimiz barıştan söz etmeyi sevmediği için pek bahsetmese de, II. Abdülhamid döneminden beri hep umut vaad eden bir Osmanlı-Rus ilişkilerini normalleştirme çabası vardı. Ne yazıkki Balkanları korumakla görevlendirilmiş Rusya, Sırbistan'ın emri vakisi yüzünden Avusturya'ya savaş açmak, onlar da üstlerine binen yükü atmak için Osmanlıları araya sokmak zorunda kaldı.
* Konumuzu teşkil etmediği için burada yer vermedim ama Romanov ailesinin tutuklu olduğu köşkte, son günlerine dair, şahsi fotoğraf makineleri ile çekilmiş çok samimi fotoğrafları var ki, eğer kim olduklarını bilmezseniz, üç beş köylünün eğlenceli fotoğrafları zannedersiniz. Malum kaynakları biraz kurcalayarak bulabileceğiniz bu fotoğraflardan en çok hoşuma gideni, Çar Nicholas'ın, oğlunun üstüne çıkıp kürekle gömmeye çalışması. Değil çardan, kimseden böyle absürd bir fotoğraf beklemezsiniz.
* Görgü tanıklarının ifadesine göre Prenses Anastasia, o gün kurşuna dizilenlerin arasında yoktu. Daha doğrusu iki gündür ortada yoktu. Kimse ona ne olduğunu bilmiyor fakat yıllar sonra gömüldükleri yerden çıkartılan Romanov ailesinin kemikleri arasında da bir kişi eksikti. İşin daha da garibi, tamamen bir birinden habersiz olan ve biri Almanya'dan, biri Amerika'dan iki kadın, kendilerinin Prenses Anastasia olduğunu, kraliyet mücevherlerine ve bazı önemli sırlara sahip olduğunu iddia etmişti.
--------------------------------
Evet, tüm bunların ardından, sadece nefs-i müdafaa, saldırıya karşı koyma, ırz, mal ve can koruma için savaşa bulaşmak şartıyla, tamamen sevgiyle kalabilirsiniz.
(^_^)
--------------------------------
Bol savaş kokulu "Ne İdi Ne Oldu" mevzumuzu bundan daha iyi bir fotoğrafla kapatamazdım.
Çoğu şeyin sonuna karar verdiğimizi zannetsek de, kendi sonumuzu bile hazırlayamıyoruz aslında.
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya, Adolf amcaya da kalmıyor gördüğünüz gibi...
4 Yormuyorum:
"Yapacaklarınızın sonucunu düşünmeden hareket etmeyin. Bunu paranoyak olmak pahasına yapın."
Bu düşüncene katılmıyorum :) Ayrıca her şerrin içinde hayır, her hayrın içinde şer vardır. Birşeylerin sonucu üzerine paranoyalar kurmak gerçekçi olmadığı gibi yapılacak şeyin sonucu hayırlı da olabilir ;) Genelleme yapmamak lazım. Hak, inanç ve değerler uğruna mücadele etmek gerekli diye düşünüyorum, sonucunu düşünmemeyi göze alarak. Herşeye rağmen. Bu insanın onurudur.
Sonunu düşünen kahraman olamaz falan oldum yaane :P
Zaten malum, bu da dahil olmak üzere bütün genellemeler yanlıştır :))
Tamam paranoyak olmayalım, ama yine de düşünelim. Hindi gibi değil ama, ciddi ciddi düşünelim.
Zaten neticede ne kadar yırtsak da işin sonunda ne olacağını asla göremeyiz, dediğin gibi hayırlı da olabilir, şer de. Hitler'i bunun için ele güne ifşa ettim zaten :)
Ama yine de enine boyuna bi düşünmekte yarar var derim ben. Hele de mesele kitleleri ilgilendiren bir konuysa...
Eheheh seni tenzih ederim ben sadece genellemeye cevap verdim :D Eğer kalbini güzelliklerle dolu bir iradeye ve kendilik bilincine odaklamışsan ve yaptığının doğruluğuna yeterince inandıysan sonucunu zaten düşünmene gerek yoktur. Zaten sana birşeyleri yaptıran ya da yapmaktan alıkoyan vicdanın ve saydığım değerlerin olmalı. Korku ve endişe değil ;)
Hmm... İyi niyet.
Bunu bir düşünmem lazım :)))
Yorum Gönder