Bir Kişinin Bu Aralar Olan ve Bitenleri

  • Bir daha bu buz pateni denilen şeye ilişirsem üç olsun. Evet, üç! Daha düz yolda sendeleyen ben, ikidir arkadaş ısrarıyla gidiyorum, her gidişimde işlevsel olarak dakika başı ihtiyaç duyacağım bir uzvumu zedelemeden de dönmüyorum. Hayır her seferinde haftalar süren bir can acısı çekmek için üstüne para vermeye bu ısrar nedendir anlasam? Bir de demiyorlar mı ooo yaptın işte, aaa bak ne güzel oldu, ohoo kaç kere geldin sen buraya diye... Bir cacık olmuyor güzelim, kendimi kasmaktan kasıklarım ayrı, ben ayrı yönlere dağılıyoruz, size de gücenmeyin diye bir şey demiyorum. Sen de canım arkadaşım lütfen bir daha paten maten ısrar etme, icabında o parayı bana ver, ben evde kendi kendime kaşımı gözümü yararım :)

  • Bebek sahibi olan onlarca arkadaşıma biri daha eklendi. Cinsiyetini rüyamda görmüştüm zaten, biliyordum kız olacağını da, bilmemezlikten geldim, onlar bildirdi. Gel gelelim, ben bir ayrı sevindim bu bebeğe. Zaten düğünlerinde de ayrı bir sevinmiştim. Neden bilmiyorum, sanki benim kızım olmuş gibi sevinçliyim şu an. Allah analı-babalı büyütsün, bahtıyla güldürdürsün. Ve Umay, şimdiden aşık oldum sana, bilesin.

  • Kilo vermek ne güzel şey. Uzun süredir ya aslında sende boy olduğu için pek belli etmiyorsun diyerek beni teselli etmeye çalışan arkadaşlarıma rağmen, benim her aynaya bakmamda, her kemer takmamda, her yere eğilmemde tekrar ve tekrar karşılaştığım o yağlı gerçekti kilolar. Ayrıca devede de boy var ama hiç de zayıf göstermiyor bir kere, hıhh... Hasılı efendim, ne Sibel Can diyeti, ne fil diyeti, ne selülit (erkek adamda selülit olurmuymuşmu, onun da diyeti varmıymışmı?) diyeti, ne bilmemniyeti... Gırtlağı keseceksin aakideş. Ritmik yürüyeceksin, acıktıkça su içeceksin, akşam da bir tabak salatayla yetineceksin. Valla ben yaptım oldu, bir haftada 3 kilo verdim, üstüne bir de hafiften süzülmeye başladım, peh yahşı oldu. Yaşasın Fukara Mimmet Ağa Diyeti!

  • Elimde sihirli bir değnek olsaydı önce aftoz ülser adındaki zımbırtının bir tarafına değdirirdim. Ne illet, ne berbat ve ne bir o kadar da lanet birşeydir bu bea. Eskiden bir tanecik çıkar, efendi efendi ızdırabımı çeker, sonra üç-beş ay huzurlu huzurlu dolaşırdım. Anam şimdi biri bitiyor, üçü geliyor, en kısası bir ay sürer oldu. Birşey değil, o acıdan zaten rejim yapmaya gerek kalmıyor, istesem de yemek yiyemiyorum, nefes alırken bile bir işkence. İsviçreli tontonlar, bi el atın şunuma ya. Bak yine dilim değdi ufffffff, öl be, öl, die, dieeee!!!!
 
  • Bu Rusça olayı da burada biter, daha gitmem Moskova'ya. Türkçe okuyamaz, yazamaz ve dahi konuşamaz oldum. P harfi R oluyor, B harfi V oluyor, Я harfi Ya oluyor, C harfi S oluyor. Bunları zar zor belledim şimdi de Türkçesini unuttum V nasıl yazıyorduk, P şu muydu bu muydu... Dilimin de nevri döndü telaffuz edeceğim diye.. Krasnoznamyonnyj diye kelime mi olur lan? Аллах беланизи вермесин! (Allah belanızı vermesin!)

    • Bugün iki bin mirilyonuncu kere Bilmemnenet Televizyon Paketinden aradılar ve ben de iki bin mirilyon birinci kere ihtiyacımız olmadığını söyledim. Kampanyanın bu hafta sona ereceğini söylediklerinde üç yıldır hep aynı haftayı yaşıyor olduğumu sandım. Sonra bir Quantum fiziğine gitti aklım, bir de izafiyet teorisine. Zaman algımı yitirdiğimi düşünerek geçirdiğim zamanı agılayamadım. 
     
    • Issız Adam'ı izlememe yolundaki zorlu direnişim devam ediyor. Dünyada başka romantik film yokmuşçasına, Türkiye'de izlenecek, konuşulacak, eşe dosta tavsiye edilecek başk film kalmamışçasına herkes sürekli olarak izlemem konusunda ısrar ediyor. Ben de neden böyle bir yeminde bulundum bilmiyorum ama evleninceye kadar izlememe kararımı sürdürme inadındayım. Kim bilir belki de gelmiş geçmiş en aptalca film, en uyduruk, kaydırık film... Ama 20 kişi toplaşıp, beni de davet etmeksizin o filme gittiniz, sonra da "aaa abi ama kız arkadaşın yoktur diye gelmek istemeyeceğini düşündük ondan davet etmedik, yoksa biliyorsun..." gibisinden dünyanın en ucuz bahanesini öne sürdünüz ya... Evlenmeden izlemeyeceğim o filmi, sonunu söyleyenlerin de bilgisayarını formatlayacağım, DVD'sini cızacağım, kablosunu kopartacağım, bütün gece Teletubbies izlettireceğim, alayına isyanım ülen!

      • Hiç de öyle nekrofil bir yapım olmamakla birlikte, rüyalarım her geçen gün daha bir cesetli, daha bir kanlı revanlı temalara sahip olmaya devam ediyor. Dün arabasıyla göle düşmüş birini gördüm, adam şoför koltuğunda, emniyet kemeriyle bağlanmış koltuğa, sapsarı olmuş, eti butu sallanıyor. Bir de yatağıma uzanmışım, biri bana yüzülmüş insan derileri veriyor, ben de poşete dolduruyorum, üstünden kanlar akıyor falan. Korku filmi falan izlemem, böyle cesetli anılarım da yok hiç ama nereden geliyor bunlar bilmem. Nasıl bir manyağım ben acaba?

      • The Sims: Medieval bir yerden sonra bayıyor abi. Yani tamam, okey, ortaçağ konsepti süper, kılıç dövüşleri harika, RPG anlayışı fevkalade ama hep aynı haritada hep aynı sil baştan görevler... El mahkum oynayacağız tabii de, krallığı Çinçilla'lar istila etti diye her seferinde demirci ol, kapan yap, hep aynı adamla tekrar tanış, hep aynı sonu yaşa... Eh demirci dediğin zaten böyle izbandut gibi bir adam, o bile ne kadar dayanabilir ki bu rutine? Ayrıca sırf çiçek toplayarak bir din adamını 3 level yükseltebildim ki bunları yaparken "sordum sarı çiçeğe" ilahisini bile söyletme gereği duymadım. Heeeç gerşekşi deel... 
       
      • OTEP yine albüm çıkartıyor, hatta çıkartmıyor, kusuyor resmen. Sanki Smash The Control Machine'i yeterince sindirmişiz gibi, sanki yokmuşuz gibi, sanki yalanmışız gibi, sanki brutalmışız gibi... Review işini bir iki denemeden sonra anladığım üzre beceremiyorum, zaten ben Review yapmazsam hatrı kalacak bir sanatçı değil Otep. Neyse efendim 26.04.2011'de Atavist geliyor ve biz atalarımıza dönüyoruz, at sırtında yaldır yaldır yardırıyoruz...

      -------------------------

      P.S.
      P.S. nedir?
      Herşeyin harfler ve ifadelerden ibaret olduğu bir dünyada neyin scriptum, neyin post scriptum olduğuna kim karar verir?
      Ve şimdi tüm bunları irdelemek bana ne kazandırır, ne kaybettirir?

      Geçiniz...

      Bazen bazı durumlarda kendimi mi kandırıyorum, yoksa bu şey gerçekten böyle mi o kadar anlayamaz bir hale geliyorum ki, kendimi mi kandırıyorum yoksa bu şey gerçekten böyle mi hiç ama hiç anlayamıyorum.

      Bir bakıyorum herşey yolunda, bir sorun yok, ben bu işi kesinlikle yaparım... Bu gerçek birşey.

      Sonra bir daha bakıyorum, yolunda olan hiçbir şey yok, gırtlağıma kadar sorun içerisindeyim ve bu iş kesinlikle yapabileceğim birşey değil. Ve asıl gerçek bu!

      Öz güven meselesi midir değil midir bilmiyorum ama bazen birinin beni birşeyler yapmaya zorlaması gerektiğini düşünüyorum. Hatta sadece bazen değil, herzen, hepzen. Emrivaki yapılmasından nefret ederim ama dikkat ettim de çoğu işi de emrivaki olmadan yapmıyor gibiyim.
      Kafam çok karışık, aşırı derecede karışık, haddinden çok daha fazla karışık. Tam olarak ne istediğim ve ne istemediğim konusunda en ufak bir fikrim yok. Hatta hayal ederken bile şüphe içerisindeyim, yav acaba doğru hayal mi kuruyorum, olur mu ki böyle şey mi ki???
      Her zaman yaptığım gibi bunu da aşka sevdaya bağlayarak kurtarmaya çalışsam tutar mı acaba?

      Yoksa bu da mı kendimi kandırma yöntemlerimden biri?

      Yani o kadar inanıyorum ki, bir yerden sonra bu inancımı hiç yeniden tartma ihtiyacı da hissetmedim, ne zaman bir acaba gelse daha çok bağlandım, artık inanıyor muyum, kendimi mi kandırıyorum anlayamaz hale geldim...

      Haydi adetimdir,
      Bu zırvamı da burada bir sonuca bağlayamadan bitirirken,
      siz yine sevgiyle kalın,
      yine bahar tomurcukları açsın,
      taze sabah meltemleri şebnemlendirsin oralarımızı buralarımızı.
      (^_^)

      -------------------------

       
      Alice : Buradan gitmek için hangi yolu izlemem gerekiyor?
      Sırıtık Kedi : Bu nereye gitmek istediğine bağlı.
      Alice : Neresi olduğu farketmez, yeter ki buradan gideyim!
      Sırıtık Kedi : O zaman hangi yoldan gittiğinin de bir önemi yok.
      Alice : Fakat sonunda bir yere varmalı.
      Sırıtık Kedi : Her yol bir yere varır, eğer yeterince uzun yürürsen…

      Kışsal Kişi

      Kışlar güzeldir hanımefendilerim, beyefendilerim.

      Hatta güzel olan bir mevsim varsa o da kıştır, gerisi boştur, yalandır, göz boyamadır.

      Bence her gün kış olmalı, hayat hep kışta geçmeli, baba bize kış almalı, hepimiz çok çalışmalı ve büyüyünce kış olmalıyız, ben bugün yolda kış görmeliyim.

      ------------------------

      Bir kere İlkbahar denilen o ne idüğü belirsiz oluşum tamamen yalancıdır, iki yüzlüdür, üç kağıtçıdır, dört kandırıkçıdır!

      Birgün sıcaktır, bir gün soğuktur, bu yüzden herkesi hasta eder. Dışarıda kafam gibi güneş pırıl pırıl parlarken siz o kafayı daha pencereden uzattınız mı ya nezle olursunuz, ya grip, yada mevsimsel depresyon.

      Bir de bu var ha, mevsimsel depresyon!
      Yani hayatta herşeyimiz çok yolunda, bizi sıkıntıya sokacak birşey yok da bir bu mevsim değişiyor diye depresyona giriyoruz.
      İşte ilkbahar daha bu dakikada sahtekarlığını belli eder.

      Sonra bir de sonbahar vardır.
      Yani ilkinden çok tatmin olmuşuzdur da sanki, bir de sonuncusunu yaşarız. Hani çünkü kış gelecek ya, kış kötü, kış tü kaka ya. O yüzden son birkaç gün daha mutlu olabilmek için lutfen bir sonuncu bahar daha gelir.

      Bu sonbahar da en az adaşı ilkbahar kadar aldatıcıdır.
      Daha kötüsü sinsidir, arkadan kuyu kazar, önden yüze güler, yandan çelme takar.

      Sonbahar, mevsimlerin Ferhundesidir! Cemile için Caroline, Sezar için Brütüs ne ise, mevsimler için de sonbahar odur.

      Duygusallık izlenimi yaratır.
      Sarı renginin aldatıcı, göz boyayıcı, sahte heyecanları tetikletici özelliklerinden sonuna kadar yararlanır.

      Adı bir kere sahtedir.
      Bak bu son bahar, bundan sonra bahar olmayacak, bu herşeyin sonu, dünyanın, hayatın, aşkın sevdanın sonu geldi. Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak vıdı da vıdı...

      Peeeeeh, yörü git allasen!!!

      Ve baş düşman yaz!
      Yaz, kışı çekemiyor oluşunu ilk önce adından belli eder.

      Kış ne kadar alfabenin ortalarından harfler seçtiyse, yaz da bir başından iki sonundan seçerek ve inadına tek hece kullanarak muhalefet eder.

      Burada yaz mevsimini yerin dibine sokacak kadar kin ve garez kusabilirim. Kusacağım da nitekim.

      Kahrolsun Yaz!
      Go home Yaz go home!
      6. Yaz, Defol!

      ------------------------

      Neden bu böyledir?
      Neden yaz bu kadar kötüdür?

      Şimdi canlar,
      Aşk dediğimiz şey, taşa da tesir eden bir mevzudur, dorpağa da. Bu bilinen birşey.

      Aşkı ortaya çıkartan birkaç önemli etkenden biri heyecandır. Heyecanı ortaya çıkartan pek çok önemsiz etkenden biri de sıcaklardır.

      Siz mesela hiç buzdolabında saklanan bir tavukta heyecan belirtisi gördünüz mü?

      Elbette göremezsiniz.
      Mesele o öznenin tavuk olmasında değildir, mesele bulunulan mekanın buzdolabı olması da değildir.

      Mesele, sıcaklığın olmamasıdır!

      Yaz da aynen böyledir işte.
      Yaz mevsimi, insanların aklını sıcakla çeler. Bir insanın normalde yapmayacağı bilumum salaklığı yaptırır bu yöntemle.

      Kendinizi ayağınızdan bağlayıp uçurumdan fırlattırır, yamaçlardan paraşütle atlattırır, kendinizi çekici, alımlı, böyle Eros gibin, Afrodit gibin birşey hissettirir, soyunma ihtiyacı doğurtturur.

      Aşık olasınız yokken bile aşık ettirmeye çalışır ve bu alçakça komplo yüzünden içine düştüğünüz utancı "yaz aşkı" gibi saçma ve ucuz bir tabirle örtbas etmeye çalışırsınız.

      Oysaki suç sizde değildir!

      Kalp o sıcakta sadece heyecana odaklanmışken, başka birşey düşünmemek elde değildir. Suç yaz mevsimindedir!

      Pekiiiiiiiiiiiii,
      Kış nasıldır?
      Kışın aşka etkisi nedir?
      Neden kış daha iyidir?

      Kış, eğer ekvatorda veya tropikal bir adada yaşamıyorsanız veya burada beni haksız çıkartıp bozmaya çalışmak gibi bir planınız da yoksa, soğuk olduğu bilinen bir mevsimdir.

      Soğuk, duyguları dinginleştirir. Uçarılığı, aşırılığı önler.

      Bakmayın siz, arasıra haberlerde karlar içine çırıl çıplak dalan emmiler görüp "anaaaa heriflere baaaak, eksi bilmem kaç derecede donla yüzüyor" diye şaşkaloz oluyoruz ama onların zaten ateşleri başlarına vurmuştur. Yapacak birşey yok.

      Hasılı kış, heyecan doğurmayan, duygularınızla başbaşa kalabileceğiniz, nadide bir mevsimimizdir.

      Bu nedenle de, aşk gibi heyecanın en âlâsını yaşatacak bir duyguda sıcağın kandırıcı etkisi en başta kalkmış olur.

      Böyle bir mevsimde, böyle bir soğuklukta, aşık olacak heyecanı bulabilmek için kendinizi zorlamalısınız. Çalışmanız, çaba sarfetmeniz gerekir.

      Üstelik sadece sizin çalışmanız da yetmez, aşık olduğunuz kişinin de kalbine o heyecanı yerleştirmeli, onu dış etkenlerin sıcaklığıyla değil, kendi alın terinizle, el emeğinizle, göz nurunuzla çalışıp kazandığınız, kendi sıcaklığınızla sarmalısınız.

      İşte gerçek aşk budur, işte insan olmanın, işte medeniyetin, işte tunç, demir, bakır ve cilalı taş devrinin anahtarı budur!

      ------------------------

      Mesele sadece aşk olsa, duygular olsa yine iyi.

      Örneğin sıcağın çaresi yoktur, ama soğuğun vardır.
      "Ayol şimdi klima denen birşey var ne kadar da cahalsın" demeyin efendiler. İşin ekonomik boyutu bir yana, o klimanın sağladığı serinlik hissini gerçekten inandırıcı ve tatmin edici buluyor musunuz? Elinizi vicdanınıza, sapkayı da ortaya da koyarak bunu bir söyleyin bana!

      Ayrıca klima şunun şurasında 15-20 yıllık bir mesele.

      Oysa kışın bir soba gibisi var mıdır? Ki kendilerini burada uzun uzadıya irdeledim...

      Haydi sobayı da geçelim.
      Kışın üste giyilecek fazladan bir giysi çoğu şeye çare olabilirken, yazın ne kadar soyunup dökünsek daha fazla afakanlar basıyor.

      Yazın serinlemek için dondurma, vantilatör gibi ticari; havuz, banyo gibi, sulu; yatıp uyumak gibi vakit öldürücü bir sürü yorucu eyleme girmek zorunda kalırız. Ve bunları da yine kendi isteğimizle yapmayız!

      Zirilyon tane reklamla beynimizi taciz ederlerken, bir yandan eş dost, hısım akraba dayatmasıyla "ay gel pilaja gidelim, ay boşver yatıp uyuyalım, aman sıcaktan baydım şuraya biraz uzaniim" şeklindeki aile baskısıyla kendimizi bunları yapmaya mecbur hissederiz.

      Oysa kışın ısınmak için,
      Sıcacık bir soba, çıtır çıtır bir simit ve yanında sıcacık çay, hatta salep; ince bir atkı, bere; yahu hiç olmadı bir tatlı tebessüm yeterlidir ya. Birbirine sokulan iki sevgilinin sıcaklığı karşısında, yazın zoraki sıcaklığının lafı olur mu hiç?

      Ayrıca kimse size çayın kaçınılmaz bir çözüm olduğunu söylemez, bu tamamen sizin zevkinize bağlı birşeydir. İstediğiniz atkıyı sarabilir, sonuna kadar rüküş olabilir, üstelik buna rağmen daha bir sevimli bile olabilirsiniz. Sevgi hususuna daha değinmedim bile :)

      ------------------------

      Yazın insanların yapacağı birşey yoktur. İş vakti değil, okul vakti değildir.

      Tabii elbetteki yaz tatilini bile size zehir etmek için yaz kursları, yaz okulları, yaz mesaileri gibi, yaz mevsiminden nemalanan "yaz mafyaları" her zaman olacaktır, orası ayrı!

      Ama genellikle yaz, insanların pek birşey zorunluluğu hissetmediği, dolayısıyla kendilerini o an akıllarına nasıl estiyse öyle ifade edebilecekleri bir mevsimdir.

      Yazın tanıştığınız insanın, kışın sergilediği davranışlarına şaşırmanız, veya kış boyu omuz omuza çalışığınız o mülayim odacının, yaz gelince arsız bir playboy olduğunu öğrenmenizin sebebi işte budur.

      Kışın ise insan kendisi olmak zorundadır.
      Azıcık sosyal çevresi olan her insan, kış boyunca o sosyal çevreyle irtibat halinde olacağı için asla kendini zor durumda bırakmak istemez.

      Bu yüzden daha az yalan söyler, daha temkinli davranır, daha planlı yaşar. Bu, ayrıca kışın getirdiği o dinginlik hissinin de bir etkisidir.

      Öteki türlü ise büyük ihtimal mükemmel bir yalancıdır ve maskesi, sizin yokluğunuzda, yazın gittiği yerler, takıldığı mekanlarla bir güzel düşer.

      ------------------------

      Mevsim kandırmacalarının en bariz ve kolay kanılan üç kağıtçılıkları ise renklerdir.

      Örneğin ilkbahar adındaki acemi kalpazan, çiçekleri açtırmak, ağaçları tomurcuklandırmak, böcekleri kımıldandırmak suretiyle, tabiatı bir hareketlenmeye sevkeder. İnsan daha kendine bile gelemeden, "nooluyoruz lan" deyiverir.

      Yaz denen büyük sahtekar, en tehlikeli kaçakçı, tüm yan kesicilerin efendisi, Haşhaşî lider, hem buraya kadar saydığım tüm etkileri yayarken, bir yandan da herşeyi kendine özgüleştirmeye çalışır. Herşeyde bir ayrı hareketlenme, ayrı bir kıpır kıpırlanma vardır. İnsanlar topluca sihirli mantar yemiş gibi bir o yana bir bu yana şaşkın şaşkın koşturup durur. Tam olarak neyin gerçekten güzel, neyin gerçekten çirkin olduğunu anlayamaz çünkü herşey yazın büyüsü altındadır. Topluca bir halisülalos... Eee şey, halüs, ım, hülosla... Yani bu tür yapay gündemlerle, bu tür hasil, ya hal... Yani adını söylemekte, kelimeyi telaffuz etmekte güçlük şekiyorum...

      Sonbahar adındaki at hırsızlığından emekli, jübilesini sahte para basarken yakalanarak yapmış kalpazan mevsim ise, herşeyi sarıya boyamaya çalışır. Herşeyi kendi etkisi altına almak istiyormuş mesajı vermeye uğraşır. Bazılarımız da bunu yutar ve "ayyy çok romantik, vayyy çok hüzünlü, oyyy ne de duygusal" diyerek kendini kandırmaya, hatta şiirler yazmaya başlar. Oysaki hiçbirşey sarı değildir. O sarı ağaç sahtedir, bir zamanlar yeşildi o, o çiçekler de bir zamanlar bembeyazdı. Gök yüzü bile maviydi ama sarı oluverdi bir anda. Resmen göz boyama, sahtekarlık bu!

      Oysaki kış...
      Ahh o kış...
      O güzeller güzeli, nadide, cici, temiiiiiizzzz, tatlıııııı... Aman da aman, hanimiş kış, kuzuuuum, mevsim misin sen??

      Kış mevsiminde birşeye anlam verebilmek için uğraşmak gerekir canlarım.

      Ağaçlar yapraksızdır, otlar, böcekler, yoktur. Varsa bile biz onları göremeyiz, çünkü herşey beyaz bir perde altındadır!

      Başka bir deyişle, renk yoktur.
      Aklınızı çelerek öyle zannetmenize neden olacak bir durum yoktur yani. Boş bir boyama kitabı gibidir doğa, isterseniz mor ağaç bile çizebilirsiniz, herşey hayal gücünüze bağlıdır. Kimse size papatyalar sarı-beyaz renkte olacak veya, bu dağlar toprak rengindedir, şu çimler ise yeşildir diyerek dayatamaz!

      Ayrıca şu an o bembeyaz dağlarda neler olduğunu asla bilemezsiniz. O dağların neler sakladığını da. Bir gizem vardır.

      Anlayabilmek için işin derinliğine inmeniz gerekir, kafa yormanız gerekir, uğraşmak gerekir. Böyle bir durumda sahte ve yapmacık hislerle bir yere varılamaz.

      Herşey eşit ve adildir, tüm şartlar ortaktır.
      Bir çınar, bir meşe ve bir kavak arasında hiçbir fark yoktur. Anlayabilmek için burnunun dibine kadar gidip incelemeniz, araştırmanız gerekir.

      Kimse sizi renk cümbüşü ile kandıramaz!!!

      ------------------------

      Hem bir kere, kaçımız sahilde yaptığımız kumdan kaleyi, bir saat sonra yerinde sapa sağlam görebilmiştir ki? Yarına kalıntılarını bulmak şöyle dursun.

      Birinin üstüne basmasına bile gerek yoktur.
      Zamanla suyu kuruyunca kendi kendine yıkılır, yada gelir dalgalar temizler. Rüzgardan aşınır gider...
      Kısa ömürlüdür yani.

      Oysaki kardan adamlar öyle midir?
      Değildir!

      Biri hususi olarak gelip katletmediği sürece, kardam adamınız ne kadar hilkat garibesi olursa olsun asla yok olmaz, kış boyunca yaşayabilir.

      Sahi katledilmek demişken, onun bile mutlusu ve mutsuzu vardır.

      Yazın sıcağından ölmek veya yanarak ölmek, tartışmasız acı vericidir. Bitmek bilmeyen, tahammül edilemez bir acı. Kurtarılmak zor, tedavi olmak daha da zordur.

      Kış soğuğundan ölmek veya donarak ölmek ise ölüme giden yolda huzurlu, hatta mutlu bir süreçtir.

      Bir süre sonra acı çekilmemeye, hatta sıcaklık bile hissedilmeye başlanır ve ölüm uyku anında gerçekleşir.

      Ölüm anında kaç kişi böyle bir lükse sahip olabiliyor ki?

      Hiçbirşey hissetmeden, huzurlu, sıcak bir uykuda hayata veda etmek.

      Sırf ölmek için bile kış mevsimi en iyisidir diyebilirim.

      Yine de çok fazla emin değilim, zira daha önce bir kaç kere donarak ölmedim veya donarak ölen biriyle konuşmadım, kendisi de gelip bana anlatmadı.

      Lakin bilimsüel kişilerin görüşü bu yönde. Ben de ölümün yalancısıyım...

      ------------------------

      Bir de efendilerim, nacizane, benim kışlarım vardır.

      Belki kaderin bir cilvesi, belki kozmozun koşulları, belki de eşyanın tabiatından dolayıdır bilemiyorum ama, tüm güzel anılarım hep kışta saklı.

      Aşk, bir çimdik kar olup içimde eriyip gitmişti mesela.

      O yukarıdan minicik minicik kar topları atar, ben de aşağıdan ağzımla yakalamaya çalışırdım.

      Kısacık bir ders arasında, bir damlacık boyumla, yaşadığım en romantik dakikalar bunlardı.

      Ben başımı havaya dikmiş ona bakarken, aynı zamanda gökyüzü gri, hava soğuk ve zehir gibi duman kokuluydu.

      Sürekli yukarı bakmaktan mütevellit bir yerden sonra başım dönmeye başlamıştı fakat ben çok mutluydum, aşırı derecede mutluydum.

      Belki de aslında mutluluktan başım dönüyordu, şimdi tam olarak hatırlayamıyorum. Ne de olsa üstünden 10 yıldan fazla zaman geçti...

      Sonra o duman kokusu ne kadar da güzel birşeydi?

      Geniz yakan, hasta eden, yataklara bile düşüren yoğun şehir dumanını beğenen tek insanın ben olduğumu düşünüyorum.

      Arkadaşlarım beni pek tanımazlardı, her sene farklı bir okulda, farklı bir şehirde gezinip duran birinin köklü ilişkiler kurması beklenemezdi zaten.

      Ama hiç olmazsa kar topunu rastgele çocuklara değil de, tanıdığım kişilere fırlatmak daha zevkli olabilirdi.

      Bu nedenle, kar yağdığında evden dışarı, arkadaşlarımla kar topu oynamaya değil, karla karışık duman koklamaya çıkardım.

      "Her evde bir ocak yanar ama üstünde et mi pişer, dert mi pişer" derdi annem.

      Belki o kokuyla birlikte evlerin dertlerine ortak olurdum.

      Belki de aslında hiçbiri umurumda değildi, sadece beni ilgilendiren evi, onun evini düşünürdüm.

      Ya da belki tiner tarzı bir bağımlılığa dönüşmüştü benimkisi, çünkü hiçbir zaman dumansız kışlar yaşayan şehirlerde yaşayamadım :)

      Şimdi bile ne zaman yolda sevgililer görsem, el ele, kol kola, onları kar topu oynarken, kar topu oynayan herkesi de sevgili olarak hayal ederim.

      Aşk kar, kar da aşktır benim için.

      Göz alabildiğine beyaz, tertemiz, el değmemiş, içinde neler sakladığı bilinmeyen...

      Yada sadece aşk olarak değil.
      Biriyle birşeyler paylaşmak için en uygun öge yine kar, en uygun mevsim yine kış oldu benim için.

      Diyorum ya, tüm güzel anılarım, bende derin izler bırakan neredeyse herşey...

      Hep kış, her zaman kış.

      ------------------------

      Yine de şunu söylemeden geçmeyeyim,

      Aslında siz bana pek aldırmamalısınız. Erken ömrünün hatrı sayılır bir kısmında, ilkbaharda yazılı stresi, sonbaharda okula başlama stresi yaşayan, yazın tatilde kendini bilmez bir şekilde tanımadık tatil mekanlarında ailecek sıkılarak eğlenen, şimdi de şu yaşa gelip böyle apışıp kalan, benim gibi biri için doğal olarak en güzel mevsim kış olacak, diğer mevsimler tü olacak, kaka olacak, dışkı olacak, istifra olacaktır.

      Ha demiyorum ki mevsimler sütten çıkmış ak kaşıktır, asla! Onlar ne mal olduklarını çok iyi bilirler, sadece bilinmemesi için uğraşırlar.

      Pis mevsimler, hepiniz kötüsünüz!

      Bir tek kış bana bu kadar sahip çıktı diye seviyorum yoksa ey kış, sen de az değilsin.

      ------------------------

      Derken sayın seyirciler,
      Yine bir kere daha allem edip, kallem edip konuyu aşka getirmenin gururunu yaşıyorum.

      Ama ne yaparsınız işte, insan en çok hasret kaldıklarından dert yanarmış.

      Tıpkı bu şehre de 4 yıldır doğru dürüst kar yağmamış olması gibi. 

      Yaygınlaşan doğalgazlı ısınma yöntemleri yüzünden içime doya doya geniz yakan, baş ağrıtan, ciğerleri yırtarcasına öksürten fakat beni bilinmeyen bir sebepten mutlu eden o şehir dumanını içime çekemeyişim gibi...

      Ve daha sonsuza kadar hep içimde kalacak pek çok şey gibi...

      Teşrif ettiniz, bir soğuk, karlı kışlı yazımı okudunuz yahut göz gezdirdiniz, şimdi de sevgiyle kalınız efendim. Yine bekleriz.
      (^_^)

      ------------------------

       Bir gün öleceksin kardan adam, ama unutulmayacaksın, hep içimde yaşayacaksın.
      Sana olan saygımdan asla kumdan kale yapmayacağım.
      Yapılan tüm kaleleri de tekmeleyeceğin.
      Huzur için de uyu eski dostum.